Aydın Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Şube Müdürlüğü ekipleri, herhangi bir rahatsızlığı olmayan kişilerin, yerlerine "joker" tabir edilen kişileri sokarak hastanelerden usulsüz heyet raporu aldıkları, bu raporlarla engelli indiriminden yararlandıkları ya da yaşlı aylığı aldıkları belirlenen ve bu kişilere aracılık eden şüphelilerin adreslerine operasyon düzenledi.
Aydın ve Afyonkarahisar'da düzenlenen operasyonlarda "nitelikli dolandırıcılık" ve "resmi belgede sahtecilik" suçlamalarıyla 15 kişi gözaltına alındı.
Adreslerdeki aramalarda evrak ve dijital materyallere el konuldu.
Hürriyet Mahallesi'ndeki lokantada tavuk döner yiyen 13 kişi, mide bulantısı, ağrı ve ishal şikayetiyle Karabük Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne başvurdu.
Gıda zehirlenmesi şüphesiyle müdahalede bulunulan kişilerden 12'si, tedavilerinin ardından taburcu edildi. Tedavisi süren kişinin sağlık durumunun iyi olduğu öğrenildi.
Öte yandan Tarım ve Orman İl Müdürlüğü ekiplerince, incelenmek üzere lokantadaki tavuk dönerden numune alındığı bildirildi.
Uganda'nın başkenti Kampala'daki Uluslararası Kadın ve Doğum Hastanesi, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, 70 yaşındaki Safina Namukwaya'nın biri erkek diğeri kız olmak üzere ikiz bebek dünyaya getirdiğini duyurdu.
Açıklamada, doğumun sadece bir tıbbi başarı olmadığı aynı zamanda "insan tabiatının gücü ve direncini de ortaya koyduğu" ifade edildi.
Afrika'da "doğum yapan en yaşlı kadın" olduğu tahmin edilen Namukwaya'nın bir süredir tüp bebek tedavisi gördüğü bildirilen açıklamada, kadının ilk kez anne olduğu belirtildi.
Paylaşımda açıklamalarına yer verilen Namukwaya ise yıllardır anne olamamasından ötürü çevresindekiler tarafından "küçümsendiğini" söyledi.
Anne Namukwaya ve bebeklerinin sağlık durumunun iyi olduğu aktarıldı.
1. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmaya, tutuklu sanık R.K, müşteki doktor B.K. ile avukatları katıldı.
Sanık savunmasında, dün gece rahatsızlanarak acil servise kaldırıldığında sağlık çalışanlarının kendisine çok iyi davrandığını, utancından onların yüzüne bakamadığını anlattı.
Doktor B.K'dan özür dilediğini belirten R.K, "Pişmanım, doktor hanımdan bana hakkını helal etmesini istiyorum." dedi.
B.K. da acil serviste hiç kimsenin sanığın üzerine yürümediğini, özel güvenlik görevlisinin de silahının bulunmadığını belirterek R.K'nın cezalandırılmasını istedi.
Sanık avukatı da olay anına ait kamera görüntülerini izlediğini, suçun maddi ve manevi unsurlarının oluşmadığının görüldüğünü savunarak müvekkilinin tahliyesini talep etti.
Mahkeme, 6 yıl 4 ay 26 gün hapis cezası verdiği sanık R.K'nın mevcut halinin devamını kararlaştırdı.
Edirne'de 24 Ekim'de 1. Murat Devlet Hastanesine bir yakınıyla gelen hasta yakını R.K, henüz bilinmeyen nedenle acil serviste görevli doktor ve sağlık memuruyla tartışmıştı. Doktoru silahla tehdit ettiği iddiasıyla gözaltına alınan R.K. çıkarıldığı sulh ceza hakimliğince tutuklanmıştı.
El titremesi, birçok insanın ara sıra karşılaştığı, günlük yaşamımızı olumsuz etkileyebilen ve bazen ciddi sağlık problemlerinin işareti olabilen bir durum olarak tanınmaktadır. El titremesi bazen stres kaynaklı olsa da, bu belirtinin altında yatan farklı hastalıklar da olabilmektedir. İşte bunlardan birkaçı…
EL TİTREMESİNİN NEDENLERİNE DİKKAT!El titremesinin en önemli nedenlerinden biri vitamin yetersizliği olarak belirtiliyor. Özellikle B12 yetersizliğinin el titremesine neden olabileceği vurgulanırken, B12 vitamininin sinir sistemi sağlığı için çok önemli olduğu biliniyor.
B12 vitamini yetersizliği, periferik sinir zararına neden olurken bu da el ve kolların titremesine neden olabilmektedir. Ayrıca B12 vitamini yetersizliği genelde beslenme bozukluğu, malabsorpsiyon, bazı ilaçların yan tesirleri veya otoimmün hastalıkları gibi sebeplerle meydana gelmektedir. Yeterli miktarda et, balık, süt ürünleri ve zenginleştirilmiş gıdaları tüketmemek durumunda eksik kalan B12, kesinlikle bir doktor desteği alınarak vücuttaki seviyesi arttırılmalı.
MAGNEZYUM YETERSİZLİĞİ DE TİTREMEYE SEBEP OLABİLİR!Magnezyum yetersizliği de el titremesinin nedenleri arasında olabilir. Magnezyum, 300’den fazla enzim tepkimesinde yardımcı faktör olarak rol alan ve kas fonksiyonları, enerji oluşturma, protein üretimi ve kan şekerinin denetimi gibi önemli görevleri yerine getiren bir mineral olarak tanınmaktadır. Bu vitaminin yetersizliği kas güçsüzlüğü, kas spazmları ve titremelere neden olabilir. Magnezyum yeşil yapraklı sebzeler, tam tahıllar, fındık ve tohumlar gibi çeşitli besinlerde mevcuttur. Bu besinleri yiyerek yetersiz kalan magnezyumu tamamlamanız olası. Ancak tabii ki çok fazla magnezyum yetersizliği çekiyorsanız bir uzman desteği almanız ve doktora başvurmanız gerekir.
POTASYUM DA ÖNEMLİPotasyum da diğer önemli minerallerden biridir. Vücudumuzdaki hücreler için hayati bir mineral olan Potasyum, özellikle kas ve sinir hücrelerinin doğru çalışması için gereklidir. Vücuttaki potasyum seviyelerinin azalması da kas güçsüzlüğü, kasma ve titremelere neden olabilir.
E VİTAMİNİ VE DEMİR YETERSİZLİĞİ DE TİTREMEYE NEDEN OLUR MU?Antioksidan özellikleri ile tanınan E vitamini de nörolojik sorunlara neden olabilir ve böylece el titremesine yol açabilir. Bunun yanında Demir, çok önemli minerallerden biridir.
Çeşitli belirtilere neden olan demir yetersizliğinin mevcut bilimsel literatürde direk el titremesi ile bir ilişkisi bulunamamıştır. Ancak demir yetersizliği, genelde anemiye neden olmaktadır ve bu durum, yorgunluk, halsizlik, soluk cilt gibi belirtilere neden olmaktadır.
İran devlet televizyonuna konuşan Meşhed Rezevi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Nigar Ramazanpur konuya ilişkin bilgi verdi.
Ramazanpur, 4 gün önce dünyaya gelen bebeğin 7 kilogram doğduğunu ifade etti.
İran'ın "en ağır" bebeğinin sezaryenle dünyaya geldiğini aktaran Dr. Ramazanpur, bebeğin normalin üzerinde bir ağırlıkta doğmasının annesinin şeker hastası olmasından kaynaklandığını söyledi.
Bebeğin ailenin 5'inci çocuğu olduğunu belirten İranlı doktor, cinsiyeti ve adı hakkında ise bilgi vermedi.
Yüksel Büküşoğlu kimdir? Kök hücre doktoru Yüksel Büküşoğlu Kök Hücre Tedavisi ile gündemde. Peki SVF Tedavisi nasıl ve kimlere yapılır? Yüksel Büküşoğlu kök hücre tedavisinde otorite sayılan bir isimdir. İşte Yüksel Büküşoğlu ve SVF tedavisi hakkındaki detaylar ve son dakika haberleri...
Yüksel Büküşoğlu kimdir? Kök Hücre Tedavisi konusunda çalışmaları ile tanınan kök hücre doktoru Yüksel Büküşoğlu'nun geliştirdiği SVF tedavisi nasıl yapılır? Bu tedavi kimlere yapılır? Yan etkileri var mıdır? Haberimizde Yüksel Büküşoğlu'nun hayatı ve kök hücre tedavisi - SVF Tedavisi hakkında merak edilen ayrıntıları bulabilir tedavi hakkında en doğru bilgileri edinebilirsiniz.
Yüksel Büküşoğlu Zahide Yetiş'le programında Show TV ekranlarına çıkmasından sonra merak edilip araştırılmaya başlandı. Dr. Yüksel Büküşoğlu özellikle kök hücre tedavisi (SVF Tedavisi) tedavisinde otorite kabul edilen bir isim. Öyle kş programdan sonra kök hücre tedavisi, SVF Tedavisi Google'da trend oldu. Yüksel Büküşoğlu'da SVF Tedavisinde ve kök hücre tedavisi konusunda en güvenilen isimlerden birisi.
YÜKSEL BÜKÜŞOĞLU KİMDİR?Dr. Yüksel Büküşoğlu özellikle kök hücre tedavisi konusunda (SVF tedavisi) adından söz ettirmiştir.
KÖK HÜCRE TEDAVİSİ - SVF TEDAVİSİ NEDİR?Kök hücre en basit anlatımıyla kıkırdak, bağ dokusu, kas, cilt vb gibi özelleşmiş başka hücrelere farklılaşabilen, yenileştirici, onarıcı, gençleştirici hücrelerdir. Kendini yenileme yeteneğine sahip olan, vücudumuzdaki tüm doku ve organları oluşturan ana hücre türleridir. Yetişkinlerdeki hücre ve dokuların yenilenmesi ve onarımı kök hücrelerle sağlanır. Kök hücre tedavisi yönteminin amacı, zenginleştirilmiş kök hücrelerin yıpranmış dokuya enjekte edilerek o dokudaki yenileşme, gençleşme ve onarımın sağlanmasıdır. Kök hücre tedavisi birçok hastalıkta umut verici sonuçlar ortaya koymaktadır.Bu yöntemin en büyük avantajı, kullanılan doku hastanın kendisinden alındığı için alerjik reaksiyon, doku reddi, enfeksiyon gibi riskler taşımamasıdır.
KÖK HÜCRE TEDAVİSİ - SVF TEDAVİSİ NASIL YAPILIR?Yapılan bilimsel çalışmalar, göbek çevresindeki cilt altı yağ dokusunda kemik iliğinden daha fazla ve verimli kök hücrelerin olduğunu ortaya koymuştur. Tedaviye başlangıç aşamasında hastanın karın, bel veya kalça bölgesinden lipoaspirasyon yöntemi ile bir su bardağı kadar yağ dokusu alınır. Bu işlem lokal anestezi altında yapılır ve alınan yağ miktarı estetik açıdan sorun teşkil edecek miktarın çok altındadır.Alınan yağ, laboratuarda özel işleme tabi tutulur ve stromal vasküler fraksiyon adı verilen kök hücre açısından zengin sıvı elde edilir. Bu sıvı doktor tarafından tedavi edilmek istenen bölgeye uygulanır. İşlemin en önemli özelliği dokunun alındıktan sonra bekletilmeden ayrıştırılması ve elde edilen sıvının acilen hastaya uygulanması gerekliliğidir. İlk 2-3 hafta içerisinde ağrılar bir nebze olsun hafifler, 2-3 ay içerisinde de tam iyileşme sağlanır. Bazı durumlarda 6-12 ay içerisinde ikinci bir uygulama gerekebilir. İkinci uygulama yapılıp yapılmayacağı hakkında, işlemi yapan doktor gerekli kararı verecektir. Vücut dokusundaki harabiyeti gidermek, iyileştirmek, tedavi etmek üzere geliştirilen en son tedavi ise eklem içerisine yağ dokusundan elde edilen, kök hücreden zengin SVF (Stromal Vasküler Fraksiyon) sıvı injeksiyonu tedavisidir. SVF Tedavisi çok yüksek sayıda ve canlı kök hücreler ile rejeneratif (yenileştirici) onarıcı hücreler içerir.
SVF Tedavisi yönteminin en büyük avantajı, kullanılan doku hastanın kendisinden alındığı için alerjik reaksiyon, doku reddi, enfeksiyon gibi riskler taşımamasıdır.
KENDİ YAĞINIZLA KÖK HÜCRE TEDAVİSİDoktor Yüksel Büküşoğlu modern tıbbın en büyük yeniliklerinden biri olarak görülen kendi yağlarınızdan elde edilen kök hücre tedavisi konusunda adından söz ettirmişti.
Dr. Yüksel Büküşoğlu, kök hücrenin kullanım alanları hakkında merak edilenleri sizler için anlattı.“Eklemlerde yaşlanma etkisi olan harabiyeti gidermek, onarmak ve yaşlanmayı geciktirmek için modern tıp alanındaki en yeni uygulamalardan biri kendi kök hücrelerimizle yapılan tedavilerdir. Eklem kireçlenmesi; diz, kalça gibi eklemlerdeki kıkırdak dokusunun yaş ile birlikte büyük ölçüde yıpranması veya harap olması, ayrıca eklemleri kayganlaştıran eklem içi sıvısının azalması sonucu oluşan bir hastalıktır. Genellikle yaşlanmayla birlikte olan eklem kireçlenmesi özellikle 55 yaş üzerindeki kişilerde ve en çok diz ve kalça eklemlerinde görülmektedir.
Eklem kıkırdağında harabiyeti gidermek, iyileştirmek, tedavi etmek üzere geliştirilen en son tedavi ise eklem içerisine yağ dokusundan elde edilen, kök hücreden zengin SVF (Stromal Vasküler Fraksiyon) sıvı injeksiyonu tedavisidir. Kök hücre SVF tedavisi çok yüksek sayıda ve canlı kök hücreler ile rejeneratif (yenileştirici) onarıcı hücreler içerir.
Günümüzde modern tıptaki gelişmeler ile birlikte kök hücre tedavisinin yerini kök hücrelerden salınan vücudu gençleştirici, yenileştirici, onarıcı görevleri olan exosome tedavisi yöntemine bırakmakta olduğuna dair genel bir trend öne çıkmaya başlamıştır.
Exosome’lar kök hücrelerden salınan, genetik bilgiler taşıyan, vücuttaki hücreler arasında iletişim kurma ve mesaj taşıma görevini yerine getiren hücre dışı parçacıklardır. Exosome’lar vücuttaki hücreler arasında hücre düzenleyicileri olarak bilinen kod molekülleri taşırlar. Eksozomlar, vücutta onarım, yenilenme, gençleştirme, iltihabı azaltma ve hatalı bağışıklık yanıtını değiştirme gibi görevleri yerine getirirler.”
Alınan bilgiye göre, 11 Kasım'da Gençosman Mahallesi Ayazma Caddesi'ndeki klinikte diş hekimi Pelin Can'ın müdahalesi sonucu dudağının uyuştuğunu ileri sürerek doktoru darbedip iş yerine zarar verdiği gerekçesiyle aranan şüphelinin Fatih'te olduğu belirlendi.
Bunun üzerine harekete geçen ekipler, zanlıyı Balat'ta gözaltına aldı.
Merter Şehit Osman Kahraman Polis Merkezine getirilen zanlı, buradaki işlemlerinin ardından adliyeye sevk edildi.
Herhangi bir sabit adresi olmadığı belirlenen şüpheli hakkında daha önce tehdit, yaralama, hırsızlık, uyuşturucu madde kullanmak gibi çeşitli suçlardan 18 kaydı bulunduğu belirlendi.
Saydan, sendika genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında, bazı ilaç firmalarının eczacılar üzerinden SGK'ye yapmayı taahhüt ettiği kamu kurum iskontolarını uygulamaması nedeniyle yaşanan sorunlara dikkati çekti.
Bu iskontoların Sağlık Uygulama Tebliği ve SGK kapsamındaki hak sahiplerinin reçetelerinin karşılanmasına ilişkin protokoller çerçevesinde düzenlendiğine ve yasal bir tahahhüt olduğuna işaret eden Saydan, "Eczacılar da vatandaşlar da bazı ilaç firmalarınca uygulanmayan kamu kurum iskontoları altında eziliyor. Eczaneler bu sebeple haksız yere zarara uğratılıyor, ilaca ulaşamayan vatandaşlar da mağdur oluyor." dedi.
Nurten Saydan, bu durumun ilaç hizmetlerini aksattığının altını çizerek, "Bedeli SGK tarafından uygulanan iskontolarla ödenen ilaçlar, yasal mevzuata uymayan ilaç firmalarınca eczanelere 'iskontosuz' fatura edilmekte, eczacılar birçok ilaçta zarar ederek ilaç tedarikinde zorlanmaktadır. Bu sürdürülebilir bir uygulama değildir." diye konuştu.
Firmaların kamu kurum iskontosu uygulamadığı ilaçların listesini paylaşarak, içerisinde tüp bebek ilaçlarının da bulunduğunu aktaran Saydan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Hastaları mağdur olmasın diye birkaç aydır kendi cebinden ödeme yaparak ilaç tedarik eden eczanelerin bu yükü taşıması ve hastalara ilacı ulaştırabilmesi artık imkansız bir hal almıştır. Özellikle pahalı ilaçları kullanan ve hayati hastalığı olan hastalarımızın ilaçsız kalmaması için ekonomik gerçekliğe aykırı bu uygulamanın derhal sonlandırılması gerekmektedir. İlaç firmalarının hukuka aykırı uygulamalarına karşı SGK'yi harekete geçmeye çağırıyoruz."
Başkan Nurten Saydan, bu sorunu daha önce de SGK'ye bildirdiklerini ve bir an önce yasal yaptırımlarını hayata geçirilmesini beklediklerini ifade etti.
Hastalıklardan korunmada aşılamanın önemine de değinen Saydan, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre, aşılama sayesinde yılda yaklaşık 3 milyonu çocuk, 3 milyonu yetişkin toplam 6 milyon ölümün önüne geçildiğine dikkati çekti.
Dünyada hala aşıya ulaşamadığı için milyonlarca çocuğun yaşamını kaybettiğini vurgulayan Saydan, Sağlık Bakanlığınca kurulacak Hıfzıssıhha Türkiye Aşı ve Biyoteknolojik Ürün Araştırma ve Üretim Merkezi'nin de yerli aşı üretimi açısından önemine vurgu yaptı.
Bütün çocukların doğar doğmaz takvime uygun şekilde, bağışık olmayan tüm yetişkinlerin de yaşlarına uygun olarak tetanoz, difteri, grip, pnömokok hastalıklarına karşı aşılanması gerektiğini aktaran Saydan, şunları kaydetti:
"Enfeksiyonların önlenmesini sağlayan aşılar antibiyotik kullanımının da azalmasını neden oluyor. ABD'de konjuge pnömokok (KPA) aşısının 2000 yılından itibaren uygulanması sonrasında 2004'te yapılan çalışmalarda invazif pnömokok enfeksiyonlarında penisiline dirençli tiplerde yüzde 57, çoklu antibiyotik direncinde ise yüzde 59'luk bir azalma olduğu tespit edildi. Pnömokok (zatürre) aşılaması sayesinde toplam hasta, hasta yatışı, menenjit ve sekelleri (sakatlanma) sayısı düşüyor. Antibiyotik kullanımı ve direnç gelişmesi azalıyor. Böylece sağlıklı nesiller yetişiyor ve sağlık için çok daha az harcama gerçekleştiriliyor."
Her yıl dünyada 500 binden fazla kadının rahim ağzı kanseri nedeniyle yaşamını kaybettiğine işaret eden Saydan, uluslararası verilere göre, 2018'de Türkiye'de yaklaşık 2500 kadına serviks kanseri tanısı koyulduğunu, yaklaşık 1250 kadının sadece bu kanserden öldüğünü aktardı. Rahim ağzı kanserinin, aşısı olan tek kanser türü olduğunu vurgulayan Saydan, bu aşının, bir an önce geri ödeme kapsamına alınmasını da istedi.
Saydan ve sendika yöneticileri açıklamaların ardından basın mensuplarının sorularını yanıtladı. İskonto sorunuyla ilgili soru üzerine, net bir cezai yaptırım olmadığı için ilaç firmalarının durumdan istifade ettiğini söyleyen Saydan, firmaların sıkıştığında da "Türkiye'den çekilirim" diyerek yasa dışı uygulamayı sürdürdüğünü belirtti.
TEİS Başkan Yardımcısı Burak Kaan Seyrekbasan da piyasada ilaç tedarik sıkıntısı olup olmadığına" ilişkin soru üzerine, şunları kaydetti:
"Yaklaşık 1,5 yıldır ilaç tedarikinde sıkıntılar yaşıyoruz. Çocuk antibiyotikleri gibi bazı ilaçlar hala çok sınırlı sayıda bulunabiliyor. Hastalar eczane eczane dolaşmak zorunda kalabiliyor. Hayati önemi haiz bazı ilaçlarda da tedarik sıkıntıları bulunuyor. Örneğin, kronik bağırsak hastalıklarındaki ilaçlarda sıkıntımız had safhada. İlaçlarını bulamadığı için tedavilerini değiştirmek zorunda kalan hastalar var."
Saydan da Parkinson hastalığında kullanılan bir ilacın da piyasada bulunulamadığını, yerli firmanın muadilini ürettiğini ama onun da henüz geri ödeme kapsamına alınmadığını söyledi.
Türk Fitoterapi Derneği Başkanı Prof. Dr. Ekrem Sezik, aktarlarda satılan çayların hiçbirinde kalite için gerekli kontrol ve analizlerin söz konusu olmadığını belirterek, "Aktarlar kızacak ama sattıkları bitkisel çaylar her konuda kontrol edilmiş olsa bile çuvalın içinde açıkta duruyor. Dışardan mikrop bulaşabilir, böcekler içinde gezebilir." dedi.
Kış mevsimine girmeye ramak kala bağışıklık sistemini güçlendiren kış çayları tüketimi, hazırlanması ve hijyeniyle ilgili AA muhabirine bilgi veren Sezik, "Kış çayı içtim, kışı hiç hastalanmadan geçireceğim." diye bir algının doğru olmadığını söyledi.
Sezik, kış çaylarında bağışıklık sistemini güçlendiren antioksidanların bulunduğunu aktararak, ıhlamur, kuşburnu ve ada çayı gibi çayların kışın içilmesinin faydalı olduğunu belirtti.
Ancak aktarlarda ve internette, "Şu çay içilirse sizi şöyle korur, böyle korur" gibi iddiaların gerçeği yansıtmadığını vurgulayan Prof. Dr. Sezik, şunları söyledi:
"Bağışıklık sisteminizi antioksidan harekete geçirir. Mesela soğuk algınlığı ve nezleye karşı ıhlamur iyi gelir. Bunun bilimsel dayanağı da var. Ihlamur soğuk algınlığı belirtilerini azaltır ve bir rahatlama sağlar. İkinci faydalı çay ise ada çayıdır. Çay olarak içildiği gibi günde bir kaç kez gargara yapmakla boğazda nezle ve gribe neden olan mikroorganizmaların üremesini durdurur. Ancak bu gargaradan sonra bir saat boyunca bir şey yenip içilmemelidir."
"KIŞ AYLARINDA GÜNDE 3-5 KUPA YEŞİL ÇAY İÇİLMELİ"Yeşil çayın faydalarına dikkati çeken Sezik, "Vücudu daha dirençli kılmak için en ucuz ve en kolay yöntem ise yeşil çay içmektir. Bir günde 3-5 kupa yeşil çay içmek yeterli antioksidanı sağlar. Siyah çayda da antioksidan var ama fermantasyon işlemi geçirdiği için antioksidanlar çok azalıyor. Nezle ve grip olununca da ada çayı ve ıhlamur içilmelidir." açıklamasında bulundu.
Ada çayı ve ıhlamur ile buğu yapmanın da burun tıkanıklığını açtığını ve hastalığa neden olan mikroorganizmaların üremesini azalttığını belirten Sezik, bitkisel çayların kaliteli olması gerektiğini vurguladı.
Prof. Dr. Sezik, bitki çaylarının aktarlarda satılmasının bir takım olumsuzluklara neden olduğunu belirterek, ilgili mevzuat tamamlanmadığı için tıbbi bitkisel çayların eczaneler yerine aktarlarda satıldığını söyledi.
"TIBBİ BİTKİSEL ÇAYLAR DA İLAÇLAR GİBİ ECZANELERDE SATILMALIDIR"Mevzuat tamamlandığında 60 kadar bitkinin, üzerinde etkileri yazılı olarak eczanelerde satılacağının altını çizen Sezik, şunları kaydetti:
"Bekleyen bu mevzuat tamamlandığında üretimi ve satışı hijyenik şekilde yapılmış, pestisit ve ağır metal artıkları, mikroorganizmalar taşımayan bitkisel ürünler halinde eczanelerde satılacak. Mikroorganizmaların üremeleri sonucu meydana gelen aflatoksin kanserojen etkiye sahiptir. Oysa aktarlarda satılan çayların hiçbirinde kontrol ve analiz söz konusu değil. Bu kontroller ancak bilinen markaların poşet çaylarında yapılıyor. Aktarlar kızacak ama sattıkları bitkisel çaylar her konuda kontrol edilmiş olsa bile çuvalın içinde açıkta duruyor. Dışarıdan mikrop bulaşabilir, böcekler içinde gezebilir."
Sezik,1984'te tıbbi bitkisel çayların, ilaçlar gibi eczanelerde satılması ve aktarlara bir standart getirmek için çalışma yapıldığını, aktarların Sağlık Bakanlığının kontrolüne bağlandığını ve sattıkları ürünlerin kontrol edildiğini hatırlattı.
Daha sonra bu kontrollerin gevşediğini ve bugünkü halini aldığını belirten Sezik, "Aktar kelimesinin anlamı zaten 'baharat ve güzel kokular satılan dükkan'dır ama eczanelerde tıbbi çaylar bulunmadığı için bunu aktarlar satıyor. İnsanlar, aktara gidiyor, 'Soğuk algınlığına ne iyi gelir?' diye soruyor, aktar da 'Al şu otu, bu otu iç' diyor. Eczanelerle ilgili mevzuat yürürlüğe girdiğinde, halk gidip eczaneden hijyenik üretilmiş daha sağlıklı bitkiler alabilecek. Aktar sadece baharat ve gıda kalitesinde ürünler satmalıdır, baharatlarda uçucu yağlar var, bunlar mikroorganizmaların oluşumunu engelliyor. Bir de baharat kaynayan yemeğe atıldığı için fokur fokur kaynıyor. Zararlı maddeler varsa bile parçalanıyor." diye konuştu.
Baba Muhabbet Çalar "Üçüncü kök hücreyi uygulayacaktık 1 ay günü geçti uygulayamadım. Dördüncü, beşinci, altıncı kök hücresi var çocuğumun.Kök hücrenin tanesi 150 bin lira. 150 bin lira para çok büyük bir para, ben bir arada görmedim. Çocuğum gözümün önünde eriyip gidiyor. Çocuğumu tedavi ettiremiyorum. Burnundan besleniyor hortumla besleniyor. Yiyemiyor, konuşamıyor, kalkamıyor. Bir yardım edin Allah rızası için’’ dedi.
Osmaniye’nin Kadirli ilçesinde 6 ay önce gittikleri piknikte suya düşen ve geçirdiği boğulma tehlikesinin ardından 2 kere entübe edilen 10 yaşındaki Barış Çalar, için doktorlar hücre tedavisine başladı. Tedavisi çeşitli hastanelerde yapılan çocuk için Ankara Etlik Şehir Hastanesi’nde 6 kez kök hücre uygulanması gerekirken aile maddi sıkıntılarından dolayı ancak 2 kez uygulatabildi. Baba Muhabbet Çalar, çocuğunun tedavisine maddi imkanı olmadığı için devam edemediğini belirterek yardım istedi.
"KÖK HÜCREYİ UYGULATAMADIK GÜNÜ GEÇTİ"Muhabbet Çalar şöyle konuştu:
"Biz 6 ay önce pikniğe gitmiştik ailecek orada çocuğum suya düştü ve boğulma tehlikesi atlattı. Ambulansla Osmaniye Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. Orada doktor dedi ki ‘Çocukta bir umut görüyorum, Mersin Şehir Hastanesi’ne sevk ediyorum’ dedi. 65 gün Mersin Şehir Hastanesi’nde yattı. Oranın doktoru da müdahale etti. 65 gün sonra Ankara Etlik Şehir Hastanesi’ne sevk etti. Ankara’da 1 ay entübe de yattı çocuk. Doktor dedi ki ‘Kök hücre uygulayalım çocuğa’ dedi. Kök hücrenin birini kendi imkanlarımla, arkadaşlarımın yardımıyla kök hücreyi uyguladık. İkinciyi de derneğin biri uyguladı. Üçüncü kök hücreyi uygulayacaktık 1 ay günü geçti uygulayamadım. Dördüncü, beşinci, altıncı kök hücresi var çocuğumun. Çocuğum evimde yatıyor 40 gündür beri. Kök hücrenin tanesi 150 bin lira. Ben 1 ay önce bu kök hücreyi yaptıracaktım yaptıramadım. Ben hurdacılık yapıyorum. Çocuklarım var 3-4 tane, 1 tane gelinim var, torunlarım var ufak, onlara bakamıyorum, evden dışarı çıkamıyorum. 6 aydan beri durumumuz göz önünde. 150 bin lira para çok büyük bir para, ben bir arada görmedim. Çocuğum gözümün önünde eriyip gidiyor. Çocuğuma tedavi gösteremiyorum. Burnundan besleniyor hortumla besleniyor. Yiyemiyor, konuşamıyor, kalkamıyor. Bir yardım edin Allah rızası için.’’
"BİZİM PARAMIZ YOK"Anne Fidan Çalar ise "Benim çocuğum 10 yaşında. 10 yaşındaki çocuğumun ben gençliğinin bitmesini istemiyorum. Bizim paramız yok. Biz yardım istiyoruz, yardım bekliyoruz. Ben her akşam yatıyorum, ben çocuğumun kalktığımda sabah diyorum ki ‘çocuğuma ne oldu’. Kalkıyorum bakıyorum yani Allah rızası için biz yardım istiyoruz. Yardıma ihtiyacımız var. Benim çocuğum burada günden güne eriyor. Gözümün önünde eriyip bitmesine dayanamıyorum. Allah rızası için yardım bekliyorum’’ dedi.
Kahve ve çay dışında enerji içecekleri, kola ve bazı ilaçlarda yaygın olarak bulunur. Kafein bağımlılığı ise, insanların bu maddenin düzenli ve aşırı tüketiminden dolayı fiziksel ve psikolojik bağımlılık yaşaması durumudur.
Kafein Bağımlılığı Tanımının Temel Özellikleri
Tolerans: Kafein tüketmeyen bir bireyin kafein aldığında hissettiği etkiler zamanla azalır ve daha yüksek dozlarda kafeine ihtiyaç duyması gelişir. Bu durum tolerans olarak adlandırılır.Yoksunluk belirtileri: Kafeini kesen ya da azaltan bireyler tipik olarak baş ağrısı, halsizlik, depresyon, irritabl kolon, odaklanma güçlüğü gibi çeşitli yoksunluk belirtileri yaşarlar.Kontrol kaybı: Kafein bağımlısı bireyler sıklıkla bu maddenin günlük hayatları üzerindeki kontrollerini kaybederler ve daha fazla almak için zaman ve para harcarlar.İçgüdüsel bir arayış: Bağımlılar kafeini düşünmeye ve aramaya duydukları önemli bir ihtiyaç hissederler.Kafein bağımlılığının önemi büyük oranda bağımlıların yaşam kalitesi ve genel sağlık durumları üzerindeki etkisinden kaynaklanır. Aşırı kafein tüketimi uzun vadede kalp-damar hastalıklarına, kemik yoğunluğunun azalmasına, uyku bozukluklarına ve sindirim problemlerine yol açabilir. Ayrıca, günlük yaşamda işlevselliklerinin azalmasına ve sosyal ilişkilerin bozulmasına da neden olabilir.
Özellikle çocuklar ve genç yetişkinlerde enerji içeceği tüketiminin yaygınlaşması, kafein bağımlılığına dikkat çekilmesi gereken önemli bir faktördür. bu demografide aşırı kafein alımının getirdiği riskler gelişim sürecinde fiziksel ve zihinsel sağlık üzerinde olumsuz etkilere neden olabilir.
Kafein Bağımlılığının Nedenleri
Kafein bağımlılığının nedenleri, günümüz modern yaşamında özellikle giderek daha yaygın hale gelmektedir. Bu nedenlerin başında kolay erişilebilirlik, sosyal faktörler ve çalışma ve okul yaşamındaki performans beklentisi gelmektedir.
a. Kolay erişilebilirlik: Kafein, dünya genelinde en yaygın olarak tüketilen uyarıcı maddelerden biridir. Kahve, çay, enerji içecekleri, çikolata ve bazı meşrubatlarda bulunabilen kafein, hızlı bir enerji kaynağı olması nedeniyle popülerdir. Üstelik çok sayıda kafe ve marketlerde bulunan bu ürünler, günün herhangi bir saatinde rahatça temin edilebilir durumdadır. Bu kolay erişilebilirlik, kafein kullanımının yaygınlaşmasına ve sonuç olarak alışkanlığının oluşmasına katkıda bulunmaktadır.
b. Sosyal faktörler: Kafein tüketimi, pek çok toplumda sosyal etkinliklerle ilişkilendirilmiştir. İnsanlar kahve dükkânlarında toplanarak sosyalleşmekte ve keyifli vakit geçirebilmektedir. Bu ortamlarda kafein tüketimi teşvik edilir ve sosyal çevreyle uyum sağlamak amacıyla kullanımını sürdürürler. Ayrıca, kafein bağımlılığının önemsiz ya da zararsız bir alışkanlık olarak görülmesi de bu sosyal faktörlerin devamlılığını sağlamaktadır.
c. Çalışma ve okul yaşamındaki performans beklentisi: Toplumlar, bireylerden sürekli yüksek performans ve verimlilik bekler. İster öğrenci olsun, ister çalışan olsun, herkes başarılı olmak için çaba sarf eder. Kafein, enerji seviyelerini yükselttiği ve uyanıklığı artırdığı için çalışma ve okul yaşamındaki yoğun temposunda bu performans beklentisini karşılamaya yardımcı olduğuna inanılır. Özellikle sınav dönemlerinde veya iş yerinde uzun saatler geçiren kişilerde kafein kullanımı yaygınlaşır ve bir bağımlılık haline gelebilir.
Kafein Bağımlılığının Fiziksel ve Psikolojik Etkileri
Kafein, dünya genelinde en çok tüketilen uyarıcı maddelerden biridir. Kahve, çay, enerji içecekleri ve bazı ilaçlar gibi çeşitli ürünlerde bulunarak günlük yaşamın bir parçası haline gelmiştir. Ancak kafeinin düşündüğümüzden daha fazla fiziksel ve psikolojik etkileri bulunmaktadır. İşte kafein bağımlılığının başlıca etkileri:
Uyku Düzeninde Bozulmalar
Kafein, merkezi sinir sistemini uyaran ve vücutta uyanıklığı artıran bir madde olarak bilinir. Bu nedenle uyandıktan sonra kahve içmek oldukça yaygındır. Ancak fazla kafein tüketimi, uyku düzenini olumsuz yönde etkileyebilir. Kafeinin uyku süresini kısaltma, uyuma sürecine zarar verme ve daha hafif uykular geçirme gibi sonuçları mevcuttur. Özellikle akşam saatlerinde alınan kafeinin, uyumadan önce dikkat edilmesi gereken bir konu olduğu unutulmamalıdır.
Sinir Sistemi Üzerindeki Olumsuz Etkiler
Kafein bağımlılığı olan kişilerde fizyolojik semptoma dönüşebilir. Aşırı kafein tüketimi, huzursuzluk, endişe, taşikardi (kalp atış hızının yükselmesi) ve çarpıntı üzere problemlere yol açabilir. Ayrıca baş ağrısı, mide problemleri ve yüksek tansiyon gibi sağlık sorunlarına da sebep olabilir.
Gündelik Yaşamı Olumsuz Yönde Etkileme
Kafein bağımlılığından kaynaklanan sorunlar sadece fiziksel değildir. Bağımlılık süreci psikolojiyi de etkiler. Kafeine bağlı uyaran eksikliği durumunda baş gösteren halsizlik, dikkat eksikliği ve motivasyon azalması kişinin iş yaşamında ve sosyal hayatta karşılaşacağı zorlukları artırabilir.
Bağımlılık ve Tolerans
Kafein sürekli kullanıldığında tolerans geliştirilmesine sebep olur. Bu durumda daha fazla kafein tüketmeye ihtiyaç duyarsınız, bu da bağımlılık potansiyelini arttırır.
Kafein Bağımlılığından Kurtulma Yöntemleri Ve Önlemler
Kafein bağımlılığı, günümüzde pek çok bireyin yaşadığı yaygın bir sorundur. Genellikle kahve, çay, enerji içecekleri ve bazı yiyecek maddelerinde bulunan kafein, uyarıcı bir madde olarak bilinir. Fakat aşırı kafein tüketimi bir dizi sağlık sorununa yol açabilir. Kafein bağımlılığından kurtulmak için izlenebilecek yöntemler ve alınabilecek önlemler aşağıda sıralanmıştır.
Kademeli azaltma: Kafein alımınızı hızla kesmek baş ağrısı, yorgunluk, sinirlilik gibi yan etkilere neden olabilir. Bu nedenle kafein tüketimini yavaşça ve kademeli olarak azaltmak daha iyi bir yöntemdir.Alternatif içecekler: Kafeinli içecekleri tüketmeyi azaltımına yardımcı olabilecek alternatif içecekler bulun. Örneğin, yeşil çay gibi bitki çayları ve sıcak meyve suyu gibi kafeinsiz içecekler tüketebilirsiniz.Dikkatli etiket okuma: Yiyecek ve içeceklerdeki kafein miktarını kontrol etmek için etiketleri dikkatlice okuyun. Bazı ürünlerde beklenmedik şekilde yüksek kafein içeriği bulunabilir.Fiziksel aktivite: Kafeinin enerji veren etkisini arıyorsanız, spor yaparak veya enerjik aktivitelerle bu boşluğu doldurabilirsiniz. Bu sayede enerji seviyenizi yükseltebilir ve daha az kafeine ihtiyaç duyabilirsiniz.Uyku düzeni: Düzenli uyku alışkanlığı edinmek, enerji seviyenizi dengelemeye yardımcı olacaktır. Böylece gün içinde uyandırıcı madde olarak kafeine olan bağımlılığı azaltabilirsiniz.Destek Grupları: Çevrenizdeki kafein bağımlılığı yaşayan kişilerle iletişime geçerek bir destek grubu oluşturabilirsiniz. Grup üyeleri arasında, deneyimlerinizi paylaşarak ve birbirinizin ilerlemesini izleyerek motive olabilirsiniz. Profesyonel yardım: Kafein bağımlılığınız kontrol altına alınamıyor ve yaşam kalitenize önemli ölçüde etki ediyorsa, bir uzmana danışarak profesyonel yardım alın. İnternet üzerindeki hasta evi gibi bir çok platformda sorularınızı doktorlara ileterek cevap alabileceğiniz gibi aile hekimliği merkezleri ve hastanelere de başvurabilirsiniz.
Özetleyecek Olursak
Kafein, vücutta enerji seviyelerini yükseltir ve zihinsel uyanıklığı artırır, ancak aşırı tüketimi olumsuz sağlık etkilerine yol açabilir. Kafein bağımlılığının önlenmesinin önemi, öncelikle fiziksel ve ruhsal sağlık sorunlarını önlemeye yöneliktir. Aşırı kafein tüketimi kalp atış hızını artırmakta, uyku düzenini bozmakta ve hatta anksiyete ve depresyon riskini yükseltmektedir. Bu nedenle, kafein bağımlılığına karşı bilinçli davranmak sağlığımızın korunması için gereklidir.
Alınacak önlemlere gelince, kafein bağımlılığını azaltmanın veya önlemenin birkaç yolu mevcuttur. İlk olarak, kafein tüketiminde bilinçli bir yaklaşım izleyerek başlayabiliriz. Günlük kahve tükettiğimiz sayısını azaltarak veya otomatik olarak daha düşük kafeinli içecekler tercih ederek biraz daha denge sağlayabiliriz.
İkinci olarak, uyku düzenine dikkat etmek de oldukça önemlidir. Uyandıktan hemen sonra kahve tüketmek yerine, vücudun uyanmasına izin verin ve kafeini yalnızca gerektiğinde kullanın. Ayrıca, akşam saatlerinde kafeinli içeceklerden ve yiyeceklerden kaçınarak uyku kalitesini artırabiliriz.Son olarak, yaşamında stres atıcı aktiviteler bulunan kişiler, bu aktivitelere zaman ayırarak rahatlamayı sağlayabilir. Bu şekilde kafeini enerji ve duygusal destek sağlamak için değil, yalnızca ara sıra tüketebilirsiniz.
Unutmayın, kafein bağımlılığının önlenmesinin önemi ve alınacak önlemler uzun vadeli sağlık etkileri açısından oldukça büyük bir rol oynamaktadır. Kafein tüketiminde bilinçli olmak ve yaşamınızın dengeyi sağlayacak şekilde düzenlemek sadece daha iyi bir fiziksel sağlıkla değil, aynı zamanda daha iyi bir yaşam kalitesiyle de sonuçlanacaktır.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, sosyal medya hesabından "18 Kasım Avrupa Antibiyotik Farkındalık Günü" dolayısıyla yaptığı paylaşımda, antibiyotiklerin bilinçli kullanılması gerektiğini vurguladı.
Antibiyotiklerin, bilinçli kullanılmazsa bakterilerin yol açtığı hastalıklara karşı direnç kazanacağına ve tedavi sürecinde etkisiz hale geleceğine dikkati çeken Koca, şunları kaydetti:
"Bu durumlar arasında ölümcül hastalıklar da vardır. Antibiyotiklerin ateş düşürmek, ağrı dindirmek, virüslere bağlı enfeksiyonları tedavi etmek amacıyla kullanılmaları yanlıştır. Antibiyotiklerin, sadece bakterilere karşı etkili olduğu unutulmamalı. Antibiyotikler, hekim önerisi ve reçete ile alınır. Enfeksiyonu en etkili biçimde tedavi etmek ve direncin ortaya çıkma riskini azaltmak için doğru dozda, doğru şekilde, reçeteye uygun zaman aralıklarıyla kullanılmaları gerekir. Bilinçsiz antibiyotik kullanımının günümüzde dünya genelinde bir halk sağlığı sorununa yol açtığını hatırlatmak isterim."
İzmir Psikolog Nedir?
İzmir psikolog duygusal sağlığınızı destekleyen uzmanlar olup bireylerin duygusal sorunlarını anlamak, çözüm üretmek ve destek sağlamak için eğitim almış profesyonellerdir. Duygusal sağlığın önemi giderek daha fazla anlaşıldıkça, psikologlar da bu alanda önemli bir rol oynamaktadır. Psikologlar, genellikle üniversitelerin psikoloji bölümlerinden mezun olan, daha sonra lisansüstü eğitimlerini tamamlayarak uzmanlaşan kişilerdir. İzmir psikologları, İzmir şehrinde yaşayan bireylere duygusal destek sağlama konusunda uzmanlaşmıştır.
İzmir Psikolog Hizmetleri Nelerdir?
İzmir psikolog duygusal sağlığınızı destekleyen uzmanlar olarak çeşitli hizmetler sunarak bireylerin yanında yer almaktadır. Bu hizmetler arasında şunlar yer almaktadır:
İzmir Psikologlarının Rolü ve Önemi
İzmir psikologları, toplumun duygusal sağlığını desteklemek adına kritik bir role sahiptir. Duygusal sorunlarınızı paylaşabileceğiniz, anlayışla dinleyen ve çözüm önerileri sunan psikologlar, sağlıklı bir yaşam sürdürebilmeniz için önemli bir kaynaktır. Psikologlar, bilimsel yaklaşımlar ve terapi teknikleri kullanarak size yardımcı olabilirler.
İzmir psikologları, duygusal sağlığınızı destekleyen, anlayışlı ve uzman kişilerdir. Psikolog İzmir hizmetleri sayesinde, yaşadığınız duygusal zorlukları ele alabilir, daha sağlıklı bir yaşam sürdürebilirsiniz. Doğru psikoloğu seçerken dikkatli olmak ve ihtiyaçlarınıza uygun bir uzmanla çalışmak, duygusal iyilik halinizi artırmanıza yardımcı olacaktır.
Sıkça Sorulan SorularS: İzmir psikologları nasıl seçilmelidir?
İzmir psikolog seçerken deneyim, iletişim becerileri, uzmanlık alanları ve referansları dikkate almalısınız. İlk görüşme sırasında uyum sağlayıp sağlamadığınızı da gözlemlemek önemlidir.
S: İzmir psikolog hizmetleri neleri kapsar?
İzmir ergen psikolog, bireysel terapi, çift terapisi, aile danışmanlığı gibi hizmetler sunar. Bu terapiler, duygusal sağlığınızı desteklemek amacıyla çeşitli alanlarda yardımcı olabilir.
S: Psikolog İzmir hizmetleri ne kadar süre devam eder?
Psikolog İzmir hizmetlerinin süresi, danışanın ihtiyaçlarına ve hedeflerine bağlı olarak değişebilir. Kısa dönemli veya uzun dönemli terapi seansları planlanabilir.
S: İzmir dışında yaşayanlar da İzmir psikologlarından hizmet alabilir mi?
Evet, İzmir dışında yaşayanlar da online psikolog seçenekleri ile İzmir psikologlarından hizmet alabilirler. İnternet aracılığıyla terapi seansları düzenlemek mümkündür.
S: Psikologlara ihtiyacım olduğunda nasıl iletişim kurabilirim?
İzmir psikolog ulaşmak için telefon, e-posta veya web siteleri üzerinden iletişim kurabilirsiniz. İlk adımı atarak bir randevu talep edebilirsiniz.
S: İzmir psikolog hizmetleri hakkında daha fazla bilgi nereden alabilirim?
İzmir psikolog hizmetleri hakkında daha fazla bilgi almak için İzmir'deki psikologların web sitelerini ziyaret edebilir, çevrimiçi platformlarda incelemeleri okuyabilir veya direkt olarak iletişime geçebilirsiniz.
İzmir Psikologlarına Destek Artık Yakınınızda!
İzmir psikologları, duygusal sağlığınızı desteklemek ve daha mutlu bir yaşam sürdürebilmeniz için buradadır. Uzmanlıkları ve deneyimleri ile size yardımcı olacak olan İzmir psikologları, duygusal zorluklarınızı ele almanıza yardımcı olabilirler. İhtiyaçlarınıza uygun bir İzmir psikolog seçerek, daha sağlıklı bir geleceğe adım atabilirsiniz.
Şirketten yapılan açıklamaya göre, AstraZeneca Türkiye'nin onkoloji ve hematoloji klinik çalışmaları için fizibilite sürecinden başlayacak stratejik ortaklık ile klinik çalışma sayısının artırılması ve daha fazla hastaya ulaşılması hedefleniyor.
İşbirliği kapsamında ayrıca hastane çalışma ekibi ve saha koordinatörlerinin eğitimi ile kaliteli veri oluşturulması amaçlanıyor. Bunların yanı sıra hastanedeki klinik çalışmaların başlama süreçlerinin hızlanması ve klinik araştırmalara dair iş süreçlerinde iyileşme ve kolaylık sağlanması planlanıyor.
AstraZeneca Türkiye tarafından, Dr. Abdurrahman Yurtaslan Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde bugüne kadar 9'u onkoloji, 1'i hematoloji olmak üzere toplam 10 klinik çalışma gerçekleştirildi.
2016'dan bu yılın kasım ayına kadar hastanede gerçekleştirilen 10 klinik çalışmada 5 farklı sorumlu araştırmacı görev yaptı. Bu süre zarfında üç farklı onkolojik ve bir hematolojik hastalık için 74 hasta taraması yapıldı ve 31 hasta klinik araştırma tedavilerine dahil edildi.
2024'te ise 5 yeni onkoloji çalışmasının daha başlatılması planlanıyor. Başlatılacak bu araştırmalar ile AstraZeneca Türkiye'nin hastanede yürüteceği onkoloji ve hematoloji klinik çalışma sayısı 15 olacak. Ayrıca AstraZeneca Türkiye, iki Faz1b onkoloji çalışmasını da yine bu kurumda yürütüyor.
Açıklamada görüşlerine yer verilen AstraZeneca Türkiye Ülke Başkanı Serkan Barış, 2020'de yaklaşık 10 milyon kişinin ölümüne ve neredeyse her 6 ölümden birine neden olan kanserin küresel çapta başlıca ölüm nedenlerinden biri olduğuna dikkati çekti.
2020'de dünya genelinde 18,1 milyon kanser vakasının görüldüğünün tahmin edildiğini aktan Barış, "Dünya genelinde milyonlarca insanı etkileyen kanser ile mücadelede başarı için klinik çalışmalarda işbirlikleri yapmak gerekiyor. Bu nedenle bu yöndeki çalışmalara büyük önem veriyoruz. Türkiye'de en fazla sayıda klinik araştırma yürüten firmalar arasındayız. Hedefimiz bu konuda ilk sırada olmak ve klinik araştırmalarda ülkemizin bölgede lider konuma gelmesini sağlamak." ifadelerini kullandı.
Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği (AİFD) verilerine göre, 2021'de klinik araştırmalara yatırımlarının 147 milyon TL iken 2022'de bu rakamın yüzde 90 artışla yaklaşık 280 milyon TL'ye yükseldiğini bildiren Barış, şöyle devam etti:
"Sektörümüz genelinde artış ise yüzde 36 oldu. 2022 yılında klinik araştırmalarımızdaki artış da yüzde 81 olurken Türkiye'de sektör genelinde yüzde 60'lık bir büyüme gerçekleşti. Dr. Abdurrahman Yurtaslan Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile yaptığımız bu işbirliği sayesinde klinik çalışmalarımızı daha da artırma fırsatını bularak kanser hastalarının umut verici yeni tedavilere erişimlerinin yeni yollarını keşfetme yolculuğumuza devam edeceğiz. Hastaların hayatlarında anlamlı farklar yaratacak çalışmalarımıza aralıksız devam edeceğiz."
Dr. Abdurrahman Yurtaslan Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi ve Klinik Araştırmalar Merkezi Sorumlusu Prof. Dr. Fevzi Altuntaş da Türkiye'nin kanser, hematolojik kanserler ve kemik iliği nakli tedavi uygulamaları bakımından dünyanın en gelişmiş ülkeleri ile yarışır düzeyde olduğunu vurguladı.
Türkiye kemik iliği naklinde hem sayısal hem de niteliksel olarak Avrupa Birliği ülkeleri ortalamasının üzerinde olduğunu belirten Altuntaş, kanıta dayalı uygulamalar ışığında her türlü kanser ilacına ulaşmanın mümkün olduğunu ifade etti. Altuntaş, klinik araştırma düzeyindeki tedavilere erişim için de yoğun bir gayretin devam ettiğini vurguladı.
Altuntaş, Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin akademik kapsamlı kanser merkezi olduğunu ifade ederek, şunları kaydetti:
"Merkez yalnızca nitelikli sağlık hizmeti sunmakla kalmayıp aynı zamanda ülkemizin önemli kanser araştırma merkezlerinden biridir. Bu merkez sadece yurt içine değil, yurt dışına da eğitim ve danışmanlık hizmetleri vermektedir. Hastane Türkiye ve çevre ülkelerden gelen hastalara umut ışığı olmaktadır. Günümüzde, kanser hastalarının yüzde 50'sinden fazlası standart yöntemlerle tedavi edilebilir durumdadır. Bununla birlikte, standart tedaviye cevap vermeyen hastalara yeni alternatif tedaviler sunmak çok önemlidir. Klinik araştırma merkezi ile bu kanser hastalarının yeni tedavilere erişilebilirliği sağlanmaktadır. Böylece birçok yeni kanser tedavisine dünya ile eş zamanlı ulaşmak mümkün olmaktadır."
Ordudan yapılan yazılı açıklamada, Gazze'deki Ürdün Sahra Hastanesi'nin 7 personelinin, hastanenin acil servisinin girişinde, İsrail bombardımanında yaralanan Filistinlilere ilk yardım hizmeti vermeye çalışırken yaralandığı aktarıldı.
Meslektaşlarının onlara ve bazı Filistinlilere gerekli tıbbi müdahaleyi yaptığı ifade edilen açıklamada, Ürdün Silahlı Kuvvetlerinin, olayla ilgili resmi soruşturma başlattığı ve İsrail'in hastane ve personel için gerekli korumayı sağlamaktan sorumlu olduğu vurgulandı.
- Ürdün, saldırıyı şiddetle kınadı
Ürdün Dışişleri Bakanlığı da yaptığı yazılı açıklamada, Gazze Şeridi'ndeki Ürdün Sahra Hastanesi'nde çalışan sağlık personelinin can güvenliğinden tamamen İsrail'i sorumlu tuttu.
İsrail'in Gazze'deki Ürdün Sahra Hastanesi çevresine düzenlediği bombalı saldırının kınandığı açıklamada, "İsrail'in Filistinli kardeşlerimizi bombalaması sırasında hastaneyi ve personelini tehlikeye atması kabul edilemez ve kınanan bir suçtur, uluslararası hukukun açık bir ihlalidir." ifadeleri kullanıldı.
Ürdün hükümetinin, Ürdünlü sağlık personelinin hayatlarının tehlikeye atılmasından tamamen İsrail güçlerini sorumlu tuttuğu belirtilen açıklamada ayrıca hükümetin, bu "menfur" suça karşı gerekli hukuki ve siyasi adımları atmak için silahlı kuvvetlerin başlattığı soruşturmanın sonuçlarını beklediğine işaret edildi.
Ürdün Kralı 2. Abdullah, 25 Ekim'de İsrail'in saldırıları sonrasında zarar görmesi ve hizmet dışı kalmasına rağmen Ürdün Sahra Hastanesi'nin çalışmalarını sürdürmesi talimatı vermişti.
Gazze'deki Ürdün Sahra Hastanesi, 2009 yılında kurulmuştu. Ürdün ordusuna bağlı olan hastane, günlük yaklaşık 1200 kişiye hizmet veriyor. Üç ayda bir tıbbi, idari ve teknik ekiplerinin değiştirildiği hastanede verilen hizmetler ücretsiz yerine getiriliyor.
- İsrail'in Gazze'yi işgalinde son durum
Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları, 7 Ekim sabahı, İsrail'in "Filistinlilere ve başta Mescid-i Aksa olmak üzere kutsal değerlerine yönelik sürekli ihlallerine karşılık verme" gerekçesiyle kapsamlı saldırı düzenlerken, İsrail ordusu da Gazze Şeridi'ne yoğun hava bombardımanı başlattı.
İsrail’de 7 Ekim’deki saldırılarda 310’dan fazlası asker olmak üzere 1200 İsraillinin öldüğü, 5 bin 132 kişinin de yaralandığı duyuruldu.
Gazze Şeridi içerisindeki çatışmalarda da 48 İsrail askeri öldürüldü.
İsrail’e göre, Kassam Tugayları'nın elinde 239 İsrailli esir bulunuyor.
Gazze’deki hükümete göre 7 Ekim’den bu yana İsrail saldırılarında Gazze Şeridi’nde 4 bin 710’u çocuk ve 3 bin 160’ı kadın olmak üzere 11 bin 500 kişi öldürüldü.
Batı Şeria ve Kudüs’te de 7 Ekim’den bu yana İsrail güçleri ve Yahudi yerleşimcilerin saldırılarında 197 Filistinli hayatını kaybetti.
İsrail ordusu, Gazze'de on binlerce yaralı ile sivilin sığındığı onlarca hastaneyi zorla tahliye ettirmek için yerleşkelerini ya da ana binalarını vurdu. İşgal sırasında bazı hastaneleri bastı. Saldırılarda yüzlerce kişi öldü ve yaralandı.
İsrail ordusu ile Hizbullah arasında 8 Ekim'den bu yana sınırda yaşanan çatışmalarda 74 Hizbullah mensubu ve 6 İsrail askeri öldü.
Gazze'den çıkarılan bazı kanser hastalarıyla refakatçilerini taşıyan iki uçak, Türkiye'ye geldi. İsrail'in saldırısı altındaki Gazze'den çıkarılarak, El Ariş Havalimanı'na ambulanslarla getirilen hastaları taşıyan Cumhurbaşkanlığına ve Milli Savunma Bakanlığına ait uçaklar Ankara Esenboğa Havalimanı'na indi. Uçaklardan ambulanslara nakledilen 27 hasta, Bilkent Şehir Hastanesi'ne getirildi.
University College London öncülüğünde bu yıl sekizincisi yayımlanan Lancet Sağlık ve İklim Değişikliği Geri Sayım 2023 Raporu, Dünya Sağlık Örgütü ve Dünya Meteoroloji Örgütü dahil olmak üzere farklı bölgelerden 52 araştırma kurumu ve Birleşmiş Milletler (BM) kuruluşundan 114 uzmanın katkısıyla hazırlandı.
Bu yıl 30 Kasım-12 Aralık tarihlerinde Birleşik Arap Emirlikleri'nin ev sahipliğinde Dubai'de düzenlenecek BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 28. Taraflar Konferansı (COP28) öncesi yayımlanan raporda, iklim değişikliği ve sağlık arasındaki ilişki 47 göstergede incelendi.
Rapora göre, mevcut politikalar kapsamında küresel sıcaklığın sanayi öncesi dönemdeki seviyesine kıyasla 2100'e kadar 2,7 derece artma riski bulunuyor.
Geçen yıl bir birey ortalama 86 gün boyunca sağlığı tehdit eden yüksek sıcaklıklara maruz kalırken, bu sıcaklıkların yüzde 60'ının insan faaliyetlerinden kaynaklanan iklim değişikliği nedeniyle meydana gelme olasılığının iki kat arttığı hesaplandı.
65 yaş üstü kişilerde sıcaklığa bağlı ölümler, 2013-2022 döneminde 1991-2000 yıllarına kıyasla yüzde 85 yükseldi. İklim değişikliği nedeniyle sıcaklıklar değişmemiş olsaydı, bu artışın yüzde 38 seviyesinde olacağı tahmin edildi.
Daha sık görülen sıcak hava dalgaları ve kuraklıklar nedeniyle, 2021'de 122 ülkede 127 milyon daha fazla insan orta ila şiddetli gıda güvensizliği yaşadı.
Lancet yazarları, değişen hava koşullarının yaşamı tehdit eden bulaşıcı hastalıkların yayılmasını hızlandırdığını tespit etti.
Bunun örneği olarak, denizlerdeki ısınma nedeniyle, insanlarda hastalık ve ölüme yol açan Vibrio bakterilerinin yayılması için uygun kıyı şeridi alanı 1982'den beri her yıl 329 kilometre arttı ve 1,4 milyar insan ishalli hastalıklar, yara enfeksiyonları ve sepsis riski yaşadı. Vibrio bakterilerinin yayılmasına elverişli kıyı şeridinin her yıl 142 kilometre arttığı Avrupa'nın yüksek tehdit altında olduğu görüldü.
Sanayi öncesi ortalamaya göre 1,14 dereceyi ulaşan küresel sıcaklık artışı sağlık sistemleri üzerinde baskı oluştururken, geçen yılki aşırı hava olaylarından kaynaklı ekonomik kayıpların 264 milyar dolara ulaşacağı öngörüldü. Bu rakam 2010-2014'te hesaplanan ekonomik kayıplardan yüzde 23 daha yüksek.
Dünyada yüksek sıcaklık nedeniyle 2022'de 490 milyar potansiyel işgücü saati kaybı yaşandı, kişi başına düşen işgücü kaybı ise 143 saat oldu. Bu kayıplar da 1991-2000 dönemine göre yüzde 42 yükseldi.
Sıcaklık stresine bağlı olarak yaşanan işgücü kayıpları nedeniyle, Afrika gayri safi yurt içi hasılasının yüzde 4,1'ini kaybetti. Bu kayıp Küçük Ada Devletleri'nde yüzde 2,7, Asya'da yüzde 2,6 ve Güney ve Orta Amerika'da yüzde 1,3 oldu.
- Hükümetler fosil yakıt sektörüne net 305 milyar dolar sübvansiyon sağladı
İklim değişikliğine yol açan sera gazı emisyonlarına tek başına en büyük katkıyı veren enerji sektörü kaynaklı emisyonlar geçen yıl yüzde 0,9 artarak 36,8 gigatona ulaştı.
Fosil yakıt kullanımı hükümetlerin sektöre sağladığı teşviklerle sürerken, 2020'de küresel karbon emisyonlarının yüzde 93'ünden sorumlu 69 ülke fosil yakıtlara net 305 milyar dolar sübvansiyon sağladı.
Bu rakam 26 ülkedeki ulusal sağlık harcamalarının yüzde 10'unu, 10 ülkede ise yüzde 50'sini aştı.
Özel sektör bankaları 2017-2021 döneminde fosil yakıtlara 572 milyar dolar kredi sağladı, fosil yakıt şirketleri ise geçen yıl sermaye yatırımlarının sadece yüzde 4'ünü yenilenebilir enerjiye ayırdı.
- Sıcaklık artışı herkes için daha büyük riskler barındırıyor
Küresel sıcaklık artışının 1,5 dereceyi aşması halinde halk sağlığı açısından risklerin hızla artacağı öngörülürken, sıcaklıkların 2100'e kadar 2 dereceye yükselmesi halinde Lancet Geri Sayım raporunda izlenen 47 göstergenin daha da kötüleşeceği öngörülüyor.
Bu senaryoya göre sıcaklığa bağlı ölümlerin 2050'ye kadar yılda yüzde 370 ve sıcaklık nedeniyle kaybedilen potansiyel işgücü saatinin yüzde 50 artma riski bulunuyor.
Daha sık görülen sıcak hava dalgalarının 2041-2060 yılları arasında yaklaşık 525 milyon daha fazla insanın orta ila şiddetli gıda güvensizliği yaşamasına yol açma tehlikesi büyüyor.
Yükselen sıcaklıklarla, hayatı tehdit eden bulaşıcı hastalıkların da yüzyıl ortasına kadar daha fazla yayılacağından endişe ediliyor. Vibrio bakterileri için uygun kıyı şeridi uzunluğunun yüzde 17 ila yüzde 25 arasında artarak daha fazla vakaya yol açma, dang hummasının bulaşma potansiyelinin yüzde 37 daha yüksek olma riski bulunuyor.
Sıcaklık artışının sağlık ve toplumlar üzerindeki etkilerinin giderek artmasına rağmen Lancet yazarları, alınacak önlemler ve yapılacak iyileştirmelerle kayıpların azaltabileceği konusunda iyimser.
Bu kapsamda, doğrudan fosil yakıt kaynaklı dış ortam kirliliğine maruz kalmaktan kaynaklanan 1,9 milyon yaşam kaybının çoğunun hava kalitesindeki iyileştirmelerle önlenebileceği tahmin edilirken, adil ve merkezine sağlığı koyan bir iklim eylemi beraberinde birçok fırsatı da getiriyor.
- "Eylemsizliğin bedelini hayatlarla ödüyoruz"
Lancet Geri Sayım İcra Direktörü Marina Romanello, rapora ilişkin değerlendirmesinde, çıkardıkları sağlık envanterinin, iklim değişikliğinin artan tehlikelerinin dünya çapında yaşamlara ve geçim kaynaklarına mal olduğunu ortaya koyduğunu dile getirdi.
Küresel sıcaklık artışını sınırlandırmak için bugüne kadar ortaya konulan çabaların hızı ve ölçeğinin insanların sağlığı ve güvenliğini korumak için yetersiz olduğunu belirten Romanello, şunları kaydetti:
"Her saniye 1.337 ton karbondioksit salınmaya devam ediyor ve biz iklim tehlikelerini sağlık sistemlerimizin baş edebileceği seviyelerde tutmak için emisyonları yeterince hızlı azaltamıyoruz. Eylemsizliğin muazzam bir insani maliyeti var ve bu düzeyde bir ilgisizliği kaldıramayız. Bu eylemsizliğin bedelini hayatlarla ödüyoruz. Geciktiğimiz her an, yaşanabilir bir geleceğe giden yolu daha da zorlaştırıyor ve adaptasyonu giderek daha maliyetli ve zorlu hale getiriyor."
Romanello, buna rağmen hala umut olduğunu dile getirerek, COP28'in sıcaklık artışını önlemek ve iklim eylemini güvence altına almak için bir fırsata dönüştürülmesi çağrısında bulundu.
Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı tarafından 60 özel ihtisas komisyonu ve 27 çalışma grubunun katılımıyla ekim ayı ortasında Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne sunulan 12. Kalkınma Planı, 1 Kasım'da Resmî Gazete'nin mükerrer sayısında yayımlanarak yürürlüğe girdi. 2024-2028 dönemi için hazırlanan 12. Kalkınma Planı’na ilişkin değerlendirmelerden biri de, Estonya, Tunus ve Türkiye'deki ofisleriyle sağlık sektörüne pazara erişim, sağlık ekonomisi, gerçek yaşam veri analizi gibi konularda danışmanlık ve araştırma hizmetleri sunan ECONiX’ten geldi. ECONiX Araştırma, “Sağlık Perspektifinden On İkinci Kalkınma Planı” isimli çalışmasını yayımladı.
Sağlık odaklı planlar, farklı açılardan değerlendirildi
ECONiX’in çalışmasında; planda yer alan koruyucu sağlık hizmetlerinin güçlendirilip kapasitesinin artırılması, afet ve acil durumlara hazırlık ve müdahale kapasitesinin desteklenmesinin yanı sıra, sağlıkta insan kaynağının iyileştirilmesine ve bölgeler arası dağılımda denge sağlanmasına ilişkin maddeler değerlendirildi. ECONiX Araştırma uzmanlarından Eczacı Aslı Dalkıran, “İlaç ve tıbbi cihazlara erişimin kolaylaştırılmasından bağımlılıklarla mücadeleye, sağlık sisteminin mali sürdürülebilirliğinden sağlık verisi üretimine, pek çok noktaya temas eden 12. Kalkınma Planı, dikkatli bir planlama, kaynak tahsisi ve etkili yürütmeyle hayata geçirilebilecek kapsamlı bir yaklaşım sunuyor. ECONiX Araştırma olarak her başlığı özenle inceledik, riskleri ve fırsatları listeledik” açıklamasını yaptı.
Toplumsal katılım ve paydaş işbirliğine ihtiyaç duyuluyor
Sağlığı teşvik edici kampanyaların etkili olması için uzun vadeli planların geliştirilmesi ve bireylere sağlıklı yaşam tarzlarını benimsemeleri konusunda eğitim verilmesi gerektiğinin altını çizen ECONiX Araştırma Yönetim Ekibi Üyesi Dr. Birol Tibet, “Tam da bu sebeple, planın sağlıkla ilgili hedeflerinde başarılı olabilmek için, toplumsal katılıma ve işbirliğine ihtiyaç duyuluyor. Özellikle birinci basamak sağlık tesislerinin güçlendirilmesi için aile sağlığı merkezlerinin ve aile hekimlerinin desteklenmesi önem arz ediyor. Zira bu kurumlar, sağlıklı yaşam tarzını topluma birinci elden aktarabilecek, sağlık eğitimini ve farkındalığını kazandırabilecek kurumlar. Öte yandan, bağımlılıkla mücadele gibi gündemden düşmeyen hususlarda, tedavi ve rehabilitasyon hizmetlerinin geliştirilmesi, sağlık personelinin eğitimi de önem arz ediyor. Bu gibi hedeflere yalnızca otoritelerin teşviğiyle değil, tüm paydaşların ve kamuoyunun ortaklığıyla ulaşabiliriz” dedi.
Uzun vadeli taahhütler ve dengeli kaynak dağıtımı vurgusu
12. Kalkınma Planı'nda, sağlıktaki rakamsal hedeflere de yer verildi. Buna göre on bin kişi başına düşen hastane yatağı sayısının 30,7’lik değerinden 2028’e kadar 36’ya, yüz bin kişi başına düşen hekim sayısının ise 228'lik değerinden 2028'e kadar %38’lik artışla 315’e çıkarılacağı belirtildi.
Yayımlanan rakamsal hedeflerin sağlık pazarının gelişimine ve maliyet projeksiyonlarına da ışık tuttuğuna dikkat çeken ECONiX Araştırma Yönetim Ekibi Üyesi Dr. Güvenç Koçkaya ise şu değerlendirmeyi paylaştı: “Nadir hastalıklara, özel gereksinimlere, nitelikli insan kaynağına ve sağlık altyapısına ilişkin hedefler, ek maliyetler oluşturabilme ve yeni kaynaklar gerektirebilme potansiyeli taşıyor. Bu sebeple 12. Kalkınma Planı'nda ortaya koyulan hedeflerin gerçekleştirilmesi için kamu ve özel sektör işbirliği, uzun vadeli taahhütler ve dengeli kaynak dağıtımı önem arz ediyor. ECONiX Araştırma olarak imza attığımız bu çalışmayla, hem kamu otoritelerine, hem özel sektör paydaşlarına hem de topluma, Türkiye’nin gelecek dört yılında sağlık konusunda kat edebileceği yola dair ayrıntılı bir bakış açısı sunmayı hedefledik.”
Eczacılık Teknolojisi Bölüm Başkanı Doç. Dr. Gedik, AA muhabirine, çayın ultraviyole ışınlarına karşı koruyucu özelliği olup olmadığını araştırdıklarını, araştırmalar sırasında yeşil ve siyah Rize çayı kullandıklarını söyledi.
Demleme çayın koruyucu özelliğini gönüllüler üzerinde test ettiklerini anlatan Gedik, şunları kaydetti:
"Evde demlediğimiz usulde çay ekstresi elde ettik. 'Bu ekstrenin güneşe karşı koruyucu etkinliği olabilir mi?' diye de gönüllüler üzerinde test ettik. Bildiğimiz formda çözelti halindeki çayın deriye uygulanması zor, hemen akıp gidebilir. O yüzden bir taşıyıcı sistem içerisinde bunu formüle ettik. Bunu bir jel haline getirdik. Marmara Üniversitesinde yaptığımız çalışmalarda hem o taşıyıcı sistemin hem de çaylı hallerinin koruyucu olup olmadığını insan çalışmalarıyla test ettik. Bu çalışmalarda jel haline getirilen siyah ve yeşil çayın, dar bant ultraviyole değerinde çok bilinen bir markanın 50 koruma faktörlü kremiyle eşit derecede koruma yaptığı gösterildi."
Gedik, testlerde 20 ile 48 yaş arası 15'i kadın 21 denekle çalıştıklarını, çalışmanın "Journal of Cosmetic Science" adlı dergide yayımlandığını dile getirdi.
Türk çayının güneş koruyuculuğunun, Kenya ve Uzak Doğu çaylarıyla da karşılaştırmasını yaptıklarını anlatan Gedik, "Bizim çalıştığımız, Türkiye'de hasat edilmiş olan ürünün etkinliği ne diye baktığımızda, bunlardan elde ettiğimiz jel formülün güneş koruyucu etkinliğinin en yüksek olduğunu da görmüş olduk." dedi.
Testler sırasında deneklerin minimal eritem (yakma) dozları belirlendikten sonra deneklerin sırtında farklı bölgelerin belirlendiğini ifade eden Gedik, "Bu bölgelere yeşil çay, siyah çay, etkili olabileceğini literatürde okuduğumuz kafein ve piyasada satılan 50 koruma faktörlü ürün uygulandı." diye konuştu.
UVB dar bantta çalışma yaptıklarını ve çayın, güneşten korunma sağlayacak potansiyele sahip olduğunu gösterdiklerini belirten Gedik, bitkinin uygun bir güneş koruyucu ürün olabilmesi için UVA, UVC ve geniş bant B'ye karşı da koruyucu etki göstermesi gerektiğini anlattı.
Gedik, "Bunlar olduğunda ancak diğer fiziksel koruyuculara alternatif olabilecektir. Çay ülkemizde katma değeri yüksek, dünyada da çok tüketilen bir içecek. Bu içeceğin bu amaçla kullanımı olabilir. Sadece çay değil buna benzer polifenolik yapıda olan pek çok bitki var. Bunların da güneş koruyucu potansiyelleri var." ifadelerini kullandı.
Gedik, çayın koruyuculuğu üzerindeki çalışmalarına Trakya Üniversitesinde devam ettiklerini kaydetti.
Tıp tarihinin kara lekesi olarak bilinen ilacın sebep olduğu facia gün yüzüne çıkıyor. Avustralya Başbakanlık Ofisinden yapılan açıklamaya göre, Albanese, 29 Kasım'da düzenlenecek bir resepsiyonda, Thalidomide ilacının neden olduğu engelle yaşayan kişiler, aileleri ve bakıcılarını ağırlayacak.
Başbakan Albanese, ilacın ülkede yarattığı faciaya ilişkin Avustralya halkından özür dileyeceğini ve "Thalidomide Faciası"nın dünya ve Avustralya için karanlık bir dönem olduğunu belirterek, "Dileyeceğim bu özürle, ölen bebekler ve onların yasını tutan aileler ile faciadan kurtulan ve hayatları bu korkunç ilaç nedeniyle çok daha zorlaşan kişileri tanıyoruz." ifadesini kullandı. Avustralya Sağlık Bakanlığı, ülkede 146 kişinin Thalidomide ilacının kullanımı nedeniyle engelli olduğunun bilindiğini kaydetti.
ABC News'ün haberine göre, üretici firma "Chemie Grünenthal", yan etkileri 1961'de açıklanan ilacı piyasadan çekme kararı aldıktan sonra bile Avustralya hükümeti Thalidomide içeren ilaçların zararını ilk 8 ay kamuya yansıtmadı, satışını ise resmen 1962'de durdurdu.
The Science Museum'un verilerine göre, Almanya'da 1956'da reçetesiz satış ruhsatı alan Thalidomide, 14 ecza firması tarafından 37 isimle yaklaşık 50 ülkede piyasaya sürüldü. Gebelerde sabah bulantısı, uykusuzluk ve diğer rahatsızlıkların tedavisi için 1950-1960'lı yıllarda reçetesiz satılan ve "mucize" diye adlandırılan ilaç nedeniyle dünya çapında 10 binden fazla çocuk ciddi gelişim bozukluklarıyla doğdu.
Söz konusu dönemde, özellikle gebeliğin başlarında Thalidomide kullanımı yenidoğanda kol, bacak, göz, kulak, böbrek, akciğer, kalp ve damar gelişim bozukluklarıyla sonuçlandı ve bebeklerin yaklaşık yüzde 40'ı doğumdan kısa süre sonra yaşamını yitirdi.
Anambra Eyalet Sağlık Komiseri Afam Obidike, yaptığı açıklamada, eyalette son bir aydır çocuk felcine karşı aşılama kampanyası başlatıldığını belirtti.
Aşı kampanyasında 0-5 yaşlarındaki 1,5 milyon bebek ve çocuğun hedef alındığını aktaran Obidike, şimdiye kadar eyalet genelinde hedefledikleri sayının üzerine çıkarak 2,3 milyon bebek ve çocuğa aşı yapıldığını kaydetti.
Obidike, eyalette aşı kampanyasının devam ettiğini aktararak, ebeveynleri ve bakıcıları, virüse karşı bağışıklıklarını güçlendirmek için çocuklarını aşı yaptırmaya çağırdı.
Afrika'da Burundi, Nijerya, Gambiya, Uganda, Benin, Burkina Faso, Kamerun, Etiyopya, Mali, Nijer, Çad ve Sudan'da da çocuk felci tespit edilmişti.
Besin, su ve temas yoluyla bulaşan çocuk felci virüsüne karşı önlem alınmadığı takdirde solunum yolu problemlerine, çocukların ömür boyu felç kalmasına ve ölüme sebep olabiliyor.
ABD merkezli sağlık kurumu NYU Langone Health, dün cerrahi ekibinin iş kaynaklı yüksek voltajlı elektrik çarpmasından sağ kurtulan Arkansas'lı 46 yaşındaki gaziye dünyanın ilk tam göz ve kısmi yüz naklini gerçekleştirdiğini duyurdu. Doktorlar, Aaron James adlı hastaya tek bir donörden sol gözün tamamının ve yüzün bir kısmının nakledildiğini, bunun tıp tarihinde insana yapılan ilk tam göz nakli ve türünün tek başarılı kombine nakil vakası olduğunu vurguladı.
TIP TARİHİNDE BİR İLKDoktorlar, Aaron James adlı hastaya tek bir donörden sol gözün tamamının ve yüzün bir kısmının nakledildiğini, bunun tıp tarihinde insana yapılan ilk tam göz nakli ve türünün tek başarılı kombine nakil vakası olduğunu ifade etti.
Mayıs 2023 tarihinde yapılan ameliyatla Aaron James'a nakledilen tam gözün henüz görüp göremeyeceğini bilmediklerini belirten doktorlar, "Nakledilen sol gözde, gözün arka kısmında ışığı alan ve görüntüleri beyne gönderen retinaya, doğrudan kan akışı da dahil olmak üzere olağanüstü sağlık belirtileri görüldü" açıklamasında bulundu.
NYU Langone Health tarafından yapılan bilgilendirmede, ameliyat ekibiyle ilgili olarak "27 Mayıs'taki ameliyat yaklaşık 21 saat sürdü ve Yüz Nakli programı Direktörü Dr. Eduardo D. Rodriguez ve Prof Helen Kimmel liderliğindeki 140'tan fazla cerrah, hemşire ve diğer sağlık çalışanından oluşan bir ekip katıldı" denildi.
Aaron James, Haziran 2021'de yüksek voltajlı hatlarda bakım işçisi olarak çalışırken yüzü yanlışlıkla elektrik taşıyan bir kabloya değişmiş ve 7 bin 200 voltluk ölümcül bir elektrik çarpmasından kurtulmuştu.
James'in sol gözü, dirseğin üstünden sol kolu, tüm burnu ve dudakları, ön dişleri, sol yanak bölgesi ve kemiğe kadar çenesi olayda ciddi biçimde yaralanmıştı.
Limonlu su içmenin bazı insanlar üzerinde iştahı azaltıcı etkisi olabilir ve bu da gün içinde daha az yemek yemelerine neden olabilir.
Ayrıca, limon suyu içtiğinizde vücudunuzun hidrasyonunu artırabilirsiniz.
AZ YEMEK İÇMEK KİLO VERDİRİR Mİ SORUSUNUN BİLİMSEL KANITLANMIŞ CEVABI YOKTURAncak, daha az yemek yeme ve daha fazla su içme alışkanlığının doğrudan kilo kaybına yol açtığını söylemek için yeterli bilimsel kanıt bulunmamaktadır.
Sirke içmek de bazı araştırmalarda, özellikle yemekten önce sirke tüketmenin kan şekerini düzenleyebileceği ve tokluk hissini artırabileceği gösterilmiştir.
Ancak, genel bir etkiye sahip olduğuna dair kesin kanıtlar henüz mevcut değildir.
Sonuç olarak, limonlu su veya sirkeli su içmek kilo kaybı için doğrudan bir çözüm olmayabilir, ancak sağlıklı bir yaşam tarzının parçası olarak tüketildiğinde iyi bir destekleyici olabilir.
Kilo vermek istiyorsanız, dengeli bir beslenme, düzenli egzersiz ve genel olarak sağlıklı yaşam tarzı alışkanlıkları edinmek en etkili yol olacaktır.
Bu konuda bir uzmandan ve beslenme uzmanından destek almanız faydalı olacaktır.