Ana akım sinema ihtiyaçlara, seyircinin tercihine göre popüler filmler yapıyor. Bağımsız sinemacılar ise kendi ihtiyaçlarına göre.
BU BAĞIMSIZ SİNEMA İŞİ KAFAMI BULANDIRMAYA BAŞLADI BENİM…Bir hikâye yazıp, ona inanıp, büyük bir kısmını izleyiciden sakladınız mı bağımsızlaşıyor yaptığınız film. Kalıplardan bağımsız, eleştiriden bağımsız, hikâyeden bağımsız, seyirciden bağımsız oluyor. Bir de süslü bir elbise biçiyorsunuz. Tarkovski desenli, Dostoyevski göndermeli, Kafkaesk kafasında bir karmaşa çıkıyor genelde ortaya. Zeki insanların anlayabileceğini savununca sosyal bir sınıf oluşması kaçınılmaz oluyor. “Bu filmi klasikleri okumayanlar izlemesin.” Neden? Acaba Tolstoy okuyucusunu böyle ayırmış mıdır? Bazı filmleri anlamak için Kafka veya Dostoyevski’yi anlamamız gerekiyorsa onları okumadan önce yapmamız gereken bir şey var mı acaba? Bu tarz “zekâ” isteyen filmlerin yazıldığı ve konuşulduğu ortamlar kolay oluşuyor. Kitap kulübü gibi. Her söz, her kelime yapılan işi makul gösterme yarışına giriyor. Reklâm gibi. Ama bu “modern sanat” adı altında yapılıyor.
Her iki türe de eşit mesafede birisiyim. Biriydim demeliyim aslında. Bağımsız filmin bağımlıları beni biraz bu türden soğuttu. İşin kendisinden çok gezdiği festivalleri konuşmaya başladığımızda, eleştiremediğimizde izlediğimiz ürüne ünsiyet kurmak zorlaşıyor çünkü. Jüriyi ikna etmek için yapılan filmlerle hikâyesini anlatmak için yapılan filmler birbirinden uzaklaşıyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrası İtalya’da yapılan bağımsız filmlerde o dönemin sosyolojisini okumak mümkün. Üstelik klasikleri okumanıza gerek yok. Günümüzdeki birçok bağımsız film İtalyan Bağımsızlarına atıf yapıyor ya, anlamakta zorlanmam biraz bu yüzden. Hikâyesiz, sadece durumlar oluşturulmuş dramalara film demek zorunda mıyız? Yabancı ustaların gölgesinde işler yapmak yerine onların isimlerini sömürerek kafamıza göre takılmanın adına sanat demeyin ne olur. Sanat, insanla buluşmazsa sanat olmaz. İran filmleri de sanat filmi kategorisinde değerlendirilir. Bu filmlerin İran’daki gişelerine bir bakın derim. Halkı tarafından da izlenen bu filmlerle bizim seyircisiz filmlerimizi nasıl yan yana getireceğiz.
Sinema bir hikâye anlatma biçimi. En basit ifadesi bu olsa gerek. Elbette ki görüntü, oyunculuk, müzikler vazgeçilmez bir parçası bu işin. Ama temeli bir hikâyedir. Gerisi bu hikâyeyi nasıl servis ettiğin.
Ezberleri seviyoruz. Bir yarışa girecekseniz ilk yapacağınız şey yarışmanın daha önce kazananlarını takibe almaktır. Sınavlara girerken bile daha önce çıkmış soruları çözme sebebimiz bu değil mi? Hâl böyle olunca festival adı altındaki yarışmalarda ortaya çıkacak ürünün özgün olması maalesef zor. Jüriyi bilmelisiniz. Jürinin hangi tarz filmlerden hoşlandığını bilmelisiniz. Daha önce ödül alan filmlere bakmalısınız. Bu bilgiyi uyguladığınızda şansınız artıyor. Ve siz bana bu yolun özgün bir yol, yeni bir arayış olduğunu mu iddia ediyorsunuz? Yapmayın.
BAKIN BAŞIMA NE GELDİ. HATIRLADIKÇA TÜYLERİM HÂLÂ DİKEN DİKEN…Adamın filmini izliyorum. Uzun planları bir kenara, neredeyse hiç diyalog olmamasını bir kenara koyuyorum. Bütün cevapları bana buldurmaya çalışmasını da geçtim. Bana hikâyesi varmış gibi bir karakter gösterip, bir ağacın altında ilkokul arkadaşına kur yapan kızın akıbetini bekledim, o da yok. Sallanan kameradan bir ara midem ekşidi ama yok saydım. Yazılar akmaya başladığında filmin bitmiş olma ihtimalini düşündüm. Bir yandan yanımdakini kesiyorum. Bayram namazı gibi. O yerinden kalkarsa anlayacağım çünkü filmin bittiğini. Salak bir duruma düşmemek için çaba harcıyorum. Geri zekâlı yaftası yemeyelim durduk yere değil mi? Yönetmenin isminden dolayı bir dokunulmazlık haresi oluşuyor filmin üzerinde tabii. Söyleşiye geçiyoruz. İzlediğimiz filmin hikâyesini anlatmaya başlıyor yönetmen. Karakterleri falan. “Bunları anlatacağına filme koysaydın da ben oradan anlasaydım keşke” diyorum.
Ama içimden diyorum.
Sesli söylemeyi entelektüel kişiliğime yakıştıramıyorum çünkü. Söyleşiyi yöneten moderatör filmin ödül aldığı festivalleri saydıkça “bu nasıl bir yokluktur” diyorum.
Ama içimden diyorum.
Yabancı basının filmi nasıl övdüğü kısma gelindiğinde “söyle kaç para yedirdiniz” diyorum. Ama içimden. Ülkemizi gururla nasıl temsil ettiğinden bahis açınca “yazık oldu bizim köylü güzeline” diyorum. Tabii ki içimden. Türkleri yanlış tanıyan Avrupalılara ders verdim deyince, “Kardeşim 15 yaşındaki kızlar kötü yola düşmüş, aile onları korumaya çalışıyor, sen aileye çullanıyorsun. Tabii yanlış anlarlar” diyorum. Nasıl yaptığımı biliyorsunuz zaten. Soru cevap kısmı başlıyor. Filmi tek anlamayan ben değilmişim meğer. Bir delikanlı çıkıp peş peşe anlamadığı yerleri soruyor. O da ne. Yönetmen de cevabı bilmiyor. Şu niye böyle oldu? Cevap; seyirciye bıraktım. Bu? Seyirciye… Şu? Seyirciye bıraktım. Ortadaki büyük olan? Seyirciye bıraktım. En sonunda dayanamayıp fırladım yerimden ve “O zaman filmin adını da seyirciye bıraktım koysaydın keşke” dedim. Ama içimden. İçim şişti diye şaşkın bakışlar arasında çıktım salondan.
Yol boyunca aklım karışıktı. Madde bağımlısı da değilim. O zaman ben az önce ne yaşadım? Dedim. Ama içimden…
“FİLLİ SAAT”, PERDEYE GELİYORMüslüman bilim adamı Cezeri’nin filli saatini korumaya çalışan iki çocuğun hikâyesini eğlenceli bir dille anlatan “Filli Saat” adlı çocuk filminin çekimleri tamamlandı.
Bağcılar Çocuk Oyun Merkezi’nde çekilen filme ilişkin açıklamada bulunan yönetmen Vural Eyikan, filmin konusunu, çekim sürecini ve hedeflerini anlattı.
Filmin senaryosunu Ali Poyraz ve Elif Koç’un kaleme aldığını aktaran Eyikan, hikâyenin Bağcılar’da kale görünümündeki oyun parkında geçtiğini söyleyerek, “Filli saatin bir esrarı var, o kısım filme sürpriz kalsın. Bunun peşinde olan Gargagöz isminde bir kötü karakterimiz, saati koruyan bir oyuncakçı dedemiz ve oyuncakçı dedemize yardım eden iki süper kahraman çocuğumuz var. Öyle adlandırıyoruz çünkü filmde boylarından büyük işlere kalkışıyor çocuklarımız. İyi, güzel olanı kendilerine görev addedip, oyuncakçı dedeye yardımcı olmaya çalışıyorlar” dedi.
Eyikan, farklı türlerde yapımların ardından çocuklara yönelik bir film yapmaya karar verdiklerini söyleyerek, yaklaşık bir yıl önce hazırlıklara başladıklarını dile getirdi.
“ÇOCUKLARDA RİYAKÂRLIK, YALAN YOKTUR”Çocukların dünyayı yetişkinler gibi algılamadığının altını çizen Eyikan, şunları kaydetti:
“Çocuklarda riyakârlık, yalan yoktur. İyi ya da kötü mantığıyla bakarlar. Biz de burada çocukların iyi tarafına hitap etmeye çalışıyoruz. Filmde yardımlaşmayı anlatıyoruz. Büyüklerin bir sıkıntısı, derdi olduğunda onlara yardımcı olmayla ilgili kavramları anlatıyoruz. Pedagojik olarak bakıldığında aslında filmimiz biraz değerler eğitiminin konusuna giriyor.”
Sette yaklaşık 40 kişiyle çalıştıklarına işaret eden Eyikan, 50’ye yakın çocuk oyuncuyla 7-8 yetişkin oyuncunun filmde rol aldığını aktardı.
“ÇOCUKLAR İÇİN DE FİLMLER YAPILMALI”Filmde oyuncakçı dedeyi oynayan Ferdi Akarnur, çekimlerde çocuklarla çok eğlendiklerini, seyircinin de eğleneceğini umduğunu söyledi.
Akarnur, keyifli bir çalışma olduğunu dile getirerek, “Çocuklar için böyle filmler yapılmalı. Bunlar sadece kitaplarda veya çocuk tiyatrolarında kalmamalı. Filmler daha güzel. Seyretmeleri, gelmeleri, görmeleri gereken bir ton hikâye var” ifadelerini kullandı.
Çocuk filmlerinin, çocukların eğitimine katkıda bulunduğunu vurgulayan Akarnur, kendi torunlarının da çocuk tiyatrosuna gittiğini ve izledikleri oyunlardan etkilendiklerini dile getirdi.
“BURASI BİR OYUN PARKI, BİZİM İÇİN DE PLATO GİBİ”Gargagöz karakterini oynayan Hakan Bilgin, çekimlerde çocuk oyuncuların çok eğlendiğini belirterek, “Çünkü burası bir oyun parkı. Bağcılar Belediyesi’nin çok güzel bir tesisi, kale şeklinde bir binası var. Bizim için de bir plato gibi. Yönetmenimiz böyle bir alanı değerlendirmek istemiş. Bağcılar Belediyesi de bize kullanma hakkı vermiş. Ben de çocuk olsaydım önce oynamayı ve eğlenmeyi denerdim. Onlar da onu yapıyor” ifadelerini kullandı.
Bilgin, filmde kötü adamı canlandırdığını söyleyerek, şunları aktardı:
“Filli Saat filmin ismi. Gargagöz, o saatin peşinde. Bir oyuncak takıntısı var. Onlarla konuşan kendine ait bir dünyası olan ve bunu biriktirmeye çalışan bir adam. Dolayısıyla oyuncakçı dedemizin bir oyuncağını elde etmeye çalışıyor. Filmin hikâyesi de o yolculuk” şeklinde konuştu.
“FİLLİ SAAT” FİLMİ HAKKINDAEğlenceli bir kalede geçen “Filli Saat”, çocukların Cezeri’nin saati için verdikleri mücadeleyi konu alıyor.
Kasım ayında vizyona girmesi planlanan filmin konusu şöyle:
“Cezeri’nin eşsiz saatinin gizli koruyucusu, Gargagöz adlı kötü karakterin eline geçmesini engellemek için büyük bir mücadele verir. Eskilerden gelen bir koruma döngüsü sayesinde saatin saklandığı yer, şimdi bir çocuk parkına dönüşmüş durumdadır. Koruyucu, bu mekânı mükemmel bir kamuflaj olarak kullanarak saati korumaya devam eder ancak Gargagöz, yırtık bir haritayla bu yeri bulur ve saate ulaşmaya çalışır. Bu noktada, muhafaza görevindeki küçük kahramanlar, tüm becerilerini ortaya koyarak Filli Saat’i koruma görevini üstlenir.”
Haber: Bilali Yıldırım