Okuma görünümü

Yeni makaleler mevcut. Sayfayı yenilemek için tıklayın.

İşaret dili tercümanları adaletin ''sesi'' oluyor

Bu kapsamda İstanbul Adalet Sarayının listesinde kayıtlı 59 yeminli Türk İşaret Dili tercümanı ile önceki yıllarda işleyişin hız kazanması için Adalet Bakanlığı tarafından atanan 2 kadrolu tercüman, işitme engelli bireylere bireysel işlemlerinde yardım ediyor. Mağdur, şikayetçi, şüpheli, sanık veya tanık olarak adliyede bulunan işitme engellilere kendilerini ifade edebilmeleri için Adalet Bakanlığı Ulusal Yargı Ağı Projesi sistemindeki listeden işaret dili tercümanı belirleniyor. Görüşmenin yapılacağı mahkeme veya savcılığa ulaşan tercüman, hakim veya savcının sorularını işaret diliyle işitme engelliye yöneltiyor, aldığı yanıtları da karşı tarafa aktarıyor. Belirli dönemlerde işaret dili eğitimi almak isteyen adliye personeline de kurs düzenleniyor. Bu dili bilen bazı Cumhuriyet savcıları ve polis memurları da işitme engelli vatandaşları yönlendirmede yardımcı oluyor. "EĞİTİMİN BİR ÖZELLİĞİ DE HUKUK TERMİNOLOJİSİNE DE ENTEGRE EDİLMİŞ OLMASI"Türk İşaret Dili tercümanları "İşitme Engelliler Haftası" dolayısıyla mesleklerinin detaylarını AA muhabirine anlattı. İstanbul Adalet Sarayında kamu personeline Türk İşaret Dili eğitimleri veren Ceren Ay, işaret dilinin işitme engellilerin ana dili olmakla birlikte aynı zamanda kimliklerini ifade ettikleri bir araç olduğunu söyledi. Ay, işitme engelli bireylerin adalete erişimlerini kolaylaştırmak için yaklaşık 8 yıldır Türk İşaret Dili eğitimleri verdiklerini kaydetti. Eğitimlerin, engelleri aşma açısından ciddi faydaları olduğunu belirten Ay, kamu personelinin de işaret dilini öğrenip işitme engelli bireylerin adalet hizmetlerinden faydalanmasına yardımcı olduklarını aktardı. Ay, her ülkenin kendine ait bir işaret dili olduğunu, kendilerinin de eğitimleri Türk İşaret Dili üzerine verdiklerini belirtti. Milli Eğitim Bakanlığına bağlı verilen eğitimlerin 3 ay sürdüğünü ifade eden Ay, "Temel seviye bir eğitimdir. Tercümanlık eğitimi değildir. Bu eğitimle personel, işitme engelli bireyle tercüman gelen kadar iletişime geçebiliyor. Aynı zamanda bu eğitimin bir özelliği de hukuk terminolojisine de entegre edilmiş olması. Bu eğitimlerle aslında, adalete erişimde ve adliye koridorlarında kapsayıcılık ve erişilebilirlik için büyük bir adım atılmıştır" değerlendirmesini yaptı. "ONLARIN İNSANLARLA İLETİŞİMİ İÇİN ARADA BİR KÖPRÜ GÖREVİ GÖRÜYORUZ"İşaret dili eğitmeni ve tercüman Rümeysa Canbulat da işitme engelli birey bir şikayette bulunduğunda ya da adli bir vakayla karşılaştığında, polis merkezi ve adliyeden çağrıldıklarını anlatarak, "Onların insanlarla iletişimi için arada bir köprü görevi görüyoruz" dedi. Canbulat, tercüme sırasında çok dikkatli olduklarını belirterek, "Çeviri esnasında yaşanabilecek bir hata o kişinin hayatını etkileyebilecek bir durumda. Öncelikle o kişiyi çok iyi anladığımdan emin olup ondan sonra tercüme yapmaya gayret ediyorum" diye konuştu. İşitme engelli kişilerin işaret dilini önce ailede öğrendiklerini ifade eden Canbulat, bugün kullanılan Türk İşaret Dili'ni bilmelerinin de önemli olduğuna dikkati çekti. Canbulat, "Bunun için de kurumlardan eğitim almaları gerekiyor. Ailede bu eğitimi alan kişiyle şu an kullandığımız Türk İşaret Dili'yle anlaşamadığımız durumlar olabiliyor. O yüzden onlar da genelde kendilerini geliştirdiği için çeviri esnasında bir sıkıntı yaşamıyoruz. Anlaşamazsak tekrar tekrar soruyoruz ki konuyu iyice kavrayalım" ifadelerini kullandı. "ŞU ANDA GENÇ KIZLARDAN BU EĞİTİME TALEP VAR"Rümeysa Canbulat, ilk görevinde, tehdit edilen işitme engelli bir kişinin tercümesini yaptığını, çok korkmuş durumdaki kişiyi anlayıp gerekli şikayetini yapmasına yardımcı olduğunu anlattı. İşitme engelli kişilerin kendileri gibi tercümanlarla karşılaştıklarında mutlu olduklarını dile getiren Canbulat, "İlk başta hissettikleri şey kaygı oluyor. 'Tercüman gelir de beni anlamazsa derdimi aktarabilir miyim?' diye bir endişeyle geliyorlar. Kendimizi o konuda geliştirdiğimiz için derdini anlatma ve aktarma konusunda bir sıkıntı yaşamıyoruz" dedi. Canbulat, işaret dilinin öğrenilmesi gerektiğinin altını çizerek, "Acil durumlarda değil, günlük hayatta işitme engelli biriyle karşılaşıldığında en azından onlara bir selam verebilmeyi, teşekkür etmeyi, ihtiyacı olduğunda giderebilmeyi sağlayabiliriz. Şu anda genç kızlardan bu eğitime talep var. Okudukları bölümlerden, sosyal medyadan, şarkı çevirilerinden etkileniyorlar. Herkes işaret dilini öğrensin, insanlar birbiriyle olan empatisini güçlendirsin" diye konuştu. "BİZİ GÖRÜNCE ÇOK MUTLU OLUYORLAR"Avukat ve aynı zamanda Türk İşaret Dili tercümanı olarak görev yapan Ece Sevil ise işitme engelli bireylerin mahkemelerde kendileriyle karşılaştıklarında çok mutlu olduklarını söyledi. Bu kişilerin bir an önce kendilerini anlatmak istediklerini aktaran Sevil, "Muhtemelen anlaşılmayacaklarını düşünüyorlar. Onun dışında derneklerine, vakıflarına gittiğimizde, bire bir iletişim kurduğumuzda da çok heyecanlanıyorlar. Onlar için önemli olan kendilerini doğru ifade edebilmek. Mesela metroda bile bir işaret dili tercümanıyla karşılaşsalar çok mutlu oluyorlar" ifadelerini kullandı. Sevil, bir tercüman olarak özellikle çocuklarla ilgili taciz vakalarında çok etkilendiklerini belirterek şöyle devam etti: "Onları anlayıp aktarmak, onlara soru yöneltmek bizim için çok zor olabiliyor. Zaten hassas bir durumda ve bizim soracağımız sorular onu incitebilir, yaralayabilir. Bu yüzden çok dikkatli olmak gerekiyor. Pedagoglar eşliğinde sorularımızı soruyoruz ama en nihayetinde etkileniyoruz. Elimizden geldiğince doğru anlamaya, onlarla doğru iletişim kurmaya çalışıyoruz." İşitme engelli bireylerle iletişim kurmak için sadece alfabelerini öğrenmenin yeterli olmadığını söyleyen Ece Sevil, "Onlarla bire bir iletişime geçmek, korkmamak, doğru aktarmaya çalışmak çok önemli. O yüzden biraz emek isteyen bir alan. İnanıyorum ki tüm vatandaşlarımız işaret dilini öğrendiklerinde aslında bunun çok güzel bir şey olduğunu anlayacaklardır. Yeterli olması açısından doğru eğitim ve doğru iletişim şart" değerlendirmesinde bulundu.

Ünlü tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı'dan Yunus Emre çıkışı: Ne zararı var

Prof. Dr. İlber Ortaylı, 36. Ahilik Haftası kapsamında Cacabey Meydanı'nda açılan Ahi Kitap Fuarı'ndaki söyleşiye katıldı. Öğrencilerin yeteri kadar ders çalışmadığını söyleyen Ortaylı, onların işin kolayına kaçtığını belirti. Ortaylı, Yunus Emre hakkında ise "Yunus Emre'nin 7 yerde mezarı var. Demek ki Türk halkı benimsiyor. Bunun üzerinde DNA, kemik testi yapacak değiliz. Burada da türbesi var, ziyaret ettik. Eskişehir'de, Karaman'da da var. Her biri 'bizimdir' diye kavga ediyor. Ne zararı var, orada da Yunus Emre mezarı burada şahane bir mezar. Ne kadar güzel, halk onu çoğaltıyor. Yunan dünyasında, 7 tane Homores mezarı var. 7 şehir 'bizde doğdu' diyor. Yunan halkı benimsemiş." ifadelerini kullandı.

Enflasyon tarihi yeri vurdu! Göbeklitepe giriş ücretlerine dev zam

Türkiye'nin tarihi ve turistlik şehri olan  Şanlıurfa'da bulunan Göbeklitepe ören yerinin giriş ücretine dev zam geldi. Her yıl yüzlerce yerli ve yabancı turiste ev sahipliği yapan Göbeklitepe giriş ücreti daha önce 100 lirayken 350 liralık bir zam yapılarak fiyatı 450 liraya yükseldi. Türkiye'nin son dönemde yaşadığı ekonomik krizin etkileri devam ediyor. Ülke genelinde enflasyonları birbirini kovalarken tarihi bölgeye giriş ücretlerine dev zam yapıldı. Sosyal medya da hızla yayılan haber tepkilere yol açtı

Seyircisiz filmler festivali

Ana akım sinema ihtiyaçlara, seyircinin tercihine göre popüler filmler yapıyor. Bağımsız sinemacılar ise kendi ihtiyaçlarına göre. BU BAĞIMSIZ SİNEMA İŞİ KAFAMI BULANDIRMAYA BAŞLADI BENİM…Bir hikâye yazıp, ona inanıp, büyük bir kısmını izleyiciden sakladınız mı bağımsızlaşıyor yaptığınız film. Kalıplardan bağımsız, eleştiriden bağımsız, hikâyeden bağımsız, seyirciden bağımsız oluyor. Bir de süslü bir elbise biçiyorsunuz. Tarkovski desenli, Dostoyevski göndermeli, Kafkaesk kafasında bir karmaşa çıkıyor genelde ortaya. Zeki insanların anlayabileceğini savununca sosyal bir sınıf oluşması kaçınılmaz oluyor. “Bu filmi klasikleri okumayanlar izlemesin.” Neden? Acaba Tolstoy okuyucusunu böyle ayırmış mıdır? Bazı filmleri anlamak için Kafka veya Dostoyevski’yi anlamamız gerekiyorsa onları okumadan önce yapmamız gereken bir şey var mı acaba? Bu tarz “zekâ” isteyen filmlerin yazıldığı ve konuşulduğu ortamlar kolay oluşuyor. Kitap kulübü gibi. Her söz, her kelime yapılan işi makul gösterme yarışına giriyor. Reklâm gibi. Ama bu “modern sanat” adı altında yapılıyor. Her iki türe de eşit mesafede birisiyim. Biriydim demeliyim aslında. Bağımsız filmin bağımlıları beni biraz bu türden soğuttu. İşin kendisinden çok gezdiği festivalleri konuşmaya başladığımızda, eleştiremediğimizde izlediğimiz ürüne ünsiyet kurmak zorlaşıyor çünkü. Jüriyi ikna etmek için yapılan filmlerle hikâyesini anlatmak için yapılan filmler birbirinden uzaklaşıyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası İtalya’da yapılan bağımsız filmlerde o dönemin sosyolojisini okumak mümkün. Üstelik klasikleri okumanıza gerek yok. Günümüzdeki birçok bağımsız film İtalyan Bağımsızlarına atıf yapıyor ya, anlamakta zorlanmam biraz bu yüzden. Hikâyesiz, sadece durumlar oluşturulmuş dramalara film demek zorunda mıyız? Yabancı ustaların gölgesinde işler yapmak yerine onların isimlerini sömürerek kafamıza göre takılmanın adına sanat demeyin ne olur. Sanat, insanla buluşmazsa sanat olmaz. İran filmleri de sanat filmi kategorisinde değerlendirilir. Bu filmlerin İran’daki gişelerine bir bakın derim. Halkı tarafından da izlenen bu filmlerle bizim seyircisiz filmlerimizi nasıl yan yana getireceğiz. Sinema bir hikâye anlatma biçimi. En basit ifadesi bu olsa gerek. Elbette ki görüntü, oyunculuk, müzikler vazgeçilmez bir parçası bu işin. Ama temeli bir hikâyedir. Gerisi bu hikâyeyi nasıl servis ettiğin. Ezberleri seviyoruz. Bir yarışa girecekseniz ilk yapacağınız şey yarışmanın daha önce kazananlarını takibe almaktır. Sınavlara girerken bile daha önce çıkmış soruları çözme sebebimiz bu değil mi? Hâl böyle olunca festival adı altındaki yarışmalarda ortaya çıkacak ürünün özgün olması maalesef zor. Jüriyi bilmelisiniz. Jürinin hangi tarz filmlerden hoşlandığını bilmelisiniz. Daha önce ödül alan filmlere bakmalısınız. Bu bilgiyi uyguladığınızda şansınız artıyor. Ve siz bana bu yolun özgün bir yol, yeni bir arayış olduğunu mu iddia ediyorsunuz? Yapmayın. BAKIN BAŞIMA NE GELDİ. HATIRLADIKÇA TÜYLERİM HÂL DİKEN DİKEN…Adamın filmini izliyorum. Uzun planları bir kenara, neredeyse hiç diyalog olmamasını bir kenara koyuyorum. Bütün cevapları bana buldurmaya çalışmasını da geçtim. Bana hikâyesi varmış gibi bir karakter gösterip, bir ağacın altında ilkokul arkadaşına kur yapan kızın akıbetini bekledim, o da yok. Sallanan kameradan bir ara midem ekşidi ama yok saydım. Yazılar akmaya başladığında filmin bitmiş olma ihtimalini düşündüm. Bir yandan yanımdakini kesiyorum. Bayram namazı gibi. O yerinden kalkarsa anlayacağım çünkü filmin bittiğini. Salak bir duruma düşmemek için çaba harcıyorum. Geri zekâlı yaftası yemeyelim durduk yere değil mi? Yönetmenin isminden dolayı bir dokunulmazlık haresi oluşuyor filmin üzerinde tabii. Söyleşiye geçiyoruz. İzlediğimiz filmin hikâyesini anlatmaya başlıyor yönetmen. Karakterleri falan. “Bunları anlatacağına filme koysaydın da ben oradan anlasaydım keşke” diyorum. Ama içimden diyorum. Sesli söylemeyi entelektüel kişiliğime yakıştıramıyorum çünkü. Söyleşiyi yöneten moderatör filmin ödül aldığı festivalleri saydıkça “bu nasıl bir yokluktur” diyorum. Ama içimden diyorum. Yabancı basının filmi nasıl övdüğü kısma gelindiğinde “söyle kaç para yedirdiniz” diyorum. Ama içimden. Ülkemizi gururla nasıl temsil ettiğinden bahis açınca “yazık oldu bizim köylü güzeline” diyorum. Tabii ki içimden. Türkleri yanlış tanıyan Avrupalılara ders verdim deyince, “Kardeşim 15 yaşındaki kızlar kötü yola düşmüş, aile onları korumaya çalışıyor, sen aileye çullanıyorsun. Tabii yanlış anlarlar” diyorum. Nasıl yaptığımı biliyorsunuz zaten. Soru cevap kısmı başlıyor. Filmi tek anlamayan ben değilmişim meğer. Bir delikanlı çıkıp peş peşe anlamadığı yerleri soruyor. O da ne. Yönetmen de cevabı bilmiyor. Şu niye böyle oldu? Cevap; seyirciye bıraktım. Bu? Seyirciye… Şu? Seyirciye bıraktım. Ortadaki büyük olan? Seyirciye bıraktım. En sonunda dayanamayıp fırladım yerimden ve “O zaman filmin adını da seyirciye bıraktım koysaydın keşke” dedim. Ama içimden. İçim şişti diye şaşkın bakışlar arasında çıktım salondan. Yol boyunca aklım karışıktı. Madde bağımlısı da değilim. O zaman ben az önce ne yaşadım? Dedim. Ama içimden… “FİLLİ SAAT”, PERDEYE GELİYORMüslüman bilim adamı Cezeri’nin filli saatini korumaya çalışan iki çocuğun hikâyesini eğlenceli bir dille anlatan “Filli Saat” adlı çocuk filminin çekimleri tamamlandı. Bağcılar Çocuk Oyun Merkezi’nde çekilen filme ilişkin açıklamada bulunan yönetmen Vural Eyikan, filmin konusunu, çekim sürecini ve hedeflerini anlattı. Filmin senaryosunu Ali Poyraz ve Elif Koç’un kaleme aldığını aktaran Eyikan, hikâyenin Bağcılar’da kale görünümündeki oyun parkında geçtiğini söyleyerek, “Filli saatin bir esrarı var, o kısım filme sürpriz kalsın. Bunun peşinde olan Gargagöz isminde bir kötü karakterimiz, saati koruyan bir oyuncakçı dedemiz ve oyuncakçı dedemize yardım eden iki süper kahraman çocuğumuz var. Öyle adlandırıyoruz çünkü filmde boylarından büyük işlere kalkışıyor çocuklarımız. İyi, güzel olanı kendilerine görev addedip, oyuncakçı dedeye yardımcı olmaya çalışıyorlar” dedi. Eyikan, farklı türlerde yapımların ardından çocuklara yönelik bir film yapmaya karar verdiklerini söyleyerek, yaklaşık bir yıl önce hazırlıklara başladıklarını dile getirdi. “ÇOCUKLARDA RİYAKÂRLIK, YALAN YOKTUR”Çocukların dünyayı yetişkinler gibi algılamadığının altını çizen Eyikan, şunları kaydetti: “Çocuklarda riyakârlık, yalan yoktur. İyi ya da kötü mantığıyla bakarlar. Biz de burada çocukların iyi tarafına hitap etmeye çalışıyoruz. Filmde yardımlaşmayı anlatıyoruz. Büyüklerin bir sıkıntısı, derdi olduğunda onlara yardımcı olmayla ilgili kavramları anlatıyoruz. Pedagojik olarak bakıldığında aslında filmimiz biraz değerler eğitiminin konusuna giriyor.” Sette yaklaşık 40 kişiyle çalıştıklarına işaret eden Eyikan, 50’ye yakın çocuk oyuncuyla 7-8 yetişkin oyuncunun filmde rol aldığını aktardı. “ÇOCUKLAR İÇİN DE FİLMLER YAPILMALI”Filmde oyuncakçı dedeyi oynayan Ferdi Akarnur, çekimlerde çocuklarla çok eğlendiklerini, seyircinin de eğleneceğini umduğunu söyledi. Akarnur, keyifli bir çalışma olduğunu dile getirerek, “Çocuklar için böyle filmler yapılmalı. Bunlar sadece kitaplarda veya çocuk tiyatrolarında kalmamalı. Filmler daha güzel. Seyretmeleri, gelmeleri, görmeleri gereken bir ton hikâye var” ifadelerini kullandı. Çocuk filmlerinin, çocukların eğitimine katkıda bulunduğunu vurgulayan Akarnur, kendi torunlarının da çocuk tiyatrosuna gittiğini ve izledikleri oyunlardan etkilendiklerini dile getirdi. “BURASI BİR OYUN PARKI, BİZİM İÇİN DE PLATO GİBİ”Gargagöz karakterini oynayan Hakan Bilgin, çekimlerde çocuk oyuncuların çok eğlendiğini belirterek, “Çünkü burası bir oyun parkı. Bağcılar Belediyesi’nin çok güzel bir tesisi, kale şeklinde bir binası var. Bizim için de bir plato gibi. Yönetmenimiz böyle bir alanı değerlendirmek istemiş. Bağcılar Belediyesi de bize kullanma hakkı vermiş. Ben de çocuk olsaydım önce oynamayı ve eğlenmeyi denerdim. Onlar da onu yapıyor” ifadelerini kullandı. Bilgin, filmde kötü adamı canlandırdığını söyleyerek, şunları aktardı: “Filli Saat filmin ismi. Gargagöz, o saatin peşinde. Bir oyuncak takıntısı var. Onlarla konuşan kendine ait bir dünyası olan ve bunu biriktirmeye çalışan bir adam. Dolayısıyla oyuncakçı dedemizin bir oyuncağını elde etmeye çalışıyor. Filmin hikâyesi de o yolculuk” şeklinde konuştu. “FİLLİ SAAT” FİLMİ HAKKINDAEğlenceli bir kalede geçen “Filli Saat”, çocukların Cezeri’nin saati için verdikleri mücadeleyi konu alıyor. Kasım ayında vizyona girmesi planlanan filmin konusu şöyle: “Cezeri’nin eşsiz saatinin gizli koruyucusu, Gargagöz adlı kötü karakterin eline geçmesini engellemek için büyük bir mücadele verir. Eskilerden gelen bir koruma döngüsü sayesinde saatin saklandığı yer, şimdi bir çocuk parkına dönüşmüş durumdadır. Koruyucu, bu mekânı mükemmel bir kamuflaj olarak kullanarak saati korumaya devam eder ancak Gargagöz, yırtık bir haritayla bu yeri bulur ve saate ulaşmaya çalışır. Bu noktada, muhafaza görevindeki küçük kahramanlar, tüm becerilerini ortaya koyarak Filli Saat’i koruma görevini üstlenir.” Haber: Bilali Yıldırım

Mimarlık tarihinde önemli bir yere sahip olan geometrik desenler ilk kez masaya yatırılacak

Geometrinin önemine ve sanatta kullanılmasının tarihine ışık tutulacağı Geometri ve Sanat Çalıştayı’nda mimarlar, ustalar ve zanaatkârlar için de eğitim programları yer alıyor. Amacı geometrik desenlerin bilimsel verilerine ışık tutmak olan çalıştayın bu ayağında Osmanlı dönemi yapılarında yer alan geometrik desenlerin inşa metotları ve çağdaşı olan devletlerdeki uygulamalarla mukayeseli bir biçimde farkları ele alınacak. Bu desenlerin modern şehir mimarisinde kullanımına yönelik farkındalık oluşturulacak. İslâm mimarisinde hemen her coğrafyada uygulanmış geometrik desenler, bugün mimari yapılardan dekorasyona kadar günlük yaşamımızın birçok alanında karşımıza çıkıyor. Bi-lim tarihine farkındalığın arttığı günümüzde bilim ve sanatın kesiştiği bu alana farkındalık da ne yazık ki bilim ayağı kopuk bir biçimde projelere aktarılıyor. Konunun felsefi açılımı da ne yazık ki olması gerektiğinden uzak. Kent kimliği oluşturma niyetiyle de modern mimaride birçok yapının cephesine giydiriliyor. Özellikle son yıllarda teknolojinin hızla gelişmesiyle birlikte bu geometrik ögelerin dijital cihazlar üstünden kolaylıkla resmedilmesi, farklı alanlarda kullanılmasına da imkân tanıyor. Ancak, yüzyıllar öncesinde bilimsel verilerden yola çıkarak pergel, cetvel gibi materyallerle yapılan bu çizimlerin şu an kuralsız bir şekilde yapılması hataların ortaya çıkmasına, dolayısıyla bilimden uzak çıktılara neden oluyor. Buradan hareketle konunun uzmanları ile böyle bir çalıştay projesi hayata geçiriliyor. Geometri ve Sanat Çalıştayı, mimar, usta ve zanaatkârlar için hazırladığı eğitim programıyla geometrik desenlerin bilimsel verilerine ışık tutacak. Organizasyon komite başkalığını Dr. Serap Ekizler Sönmez’in yaptığı programda ilk gün konferanslar yer alacak. Konferanslarda geometri tarihi ve İrfanî düşünce bağlamı ve tarihsel süreç ele alınacak. Çalıştayla birlikte desenlerin modern şehir mimarisinde kullanımına yönelik farkındalık oluşturulurken, gelecek nesillere aktarılmasının da önünü açılacak. Konferansın haricinde, iki gün boyunca atölye dersleri yapılacak 22 Eylül’de başlayacak “Zanaat Ekseninde Osmanlı Eserlerinde Geometrik Desenler” konulu eğitim programı 3 gün sürecek. İlk gün, tüm güne yayılan konferanslarda yer alan konuşmacılar ve başlıkları şu şekildedir; Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu: “Matematik’i Anlamdan ve Büyüden Arındırmak: Hisâbî Matematiğin Yükselişi”, Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç: “Dönüş ve Daire: Sufi Düşüncede Manevî Geometri”, Doç. Dr. Elif Baga: "Mezopotamya'dan İslam Medeniyetine Geometrik Desenlerin Matematiksel Arka Planına Kısa Bir Bakış", Y. Mim. Saeid Shakouri: "Safavi Dönem Mimarisinde Geometrik Desenler ve Estetik Elemanlar", Dr. Serap Ekizler Sönmez: “Geometrik Strüktür Olarak Osmanlı Mimarisinden Desenler, İslâm Dünyası İçindeki Yeri.” Sonraki 2 gün ise başvurular arasından seçilen katılımcılarla Serap Ekizler Sönmez ve Saeid Shakouri yürütücülüğünde her gün sunum destekli atölyelerden oluşan eğitim yapılacak. Geometrik yüzey kaplama sistemleri alanında çalışan araştırmacı ve tasarımcı Dr. Serap Ekizler Sönmez, eğitim programına dair şu bilgileri paylaştı: “türkiye’de uzun yıllar hem akademi hem de piyasada çalışmalar yapan biri olarak çalışmalardaki sıkıntılı işler böyle bir çalıştayı elzem kıldı. Bir seri olarak düşündüğümüz bu çalıştaylarda bir ayağını güçlü bir biçimde bilime sağlam basan bir konunun bilim tarihinden bağımsız ele alınması düşünülemezdi. Konunun teoriik alt yapısı ile yeniden inşa edilmesi ve tarih boyunca uygulanmış örneklerin bir vesika gibi değerlendirilerek bu teorik yapı inşasının sağlam bir zemineoturtulması sağlanmalıdır. Vesika olarak değerlendirme ise ancak desenlerin geometrisinin sağlam analiz edilmesi ile mümkün olacaktır." “Sanatın arkasındaki bilimsel verilere ışık tutacağız” Araştırmacı ve Tasarımcı Sönmez, “Kıymetli hocalarımızın teveccühleriyle dahil oldukları konferanslarla daha anlamlı yapıya bürünen proje ile geçmişi gelecek nesillere aktarırken mimarların, ustaların ve zanaatkârların geometrik desenlerin arkasındaki bilimsel verilerin farkındalığı ile daha fazla sorumluluk üstlenmesini sağlayacağız. Böylece bu sanatın modern yapılarda doğru bir şekilde uygulanmasının da önünü açacağız. Öyle ki, sanatın bilimsel temelleri üzerinde şu ana kadar çok az çalışma yapılmış olması ya da konunun yanlış metotlarla ele alınması zanaat ustalarına yol gösterici bir nitelik taşımasına engel oluyor. Geometri ve Sanat Çalıştayı ile bu meselelere katkıda bulunacak önemli bir adım attığımız gibi dünyada da bu yönüyle yapılmış ilk çalıştaydır” dedi. Geometrik desenlerin modern mimaride doğru bir şekilde kullanılmasını sağlıyor Kendisinin de Anadolu Selçuklu başta olmak üzere farklı kültürlerdeki geometrik desenler üzerine çalışmalar yürütttüğünü aktaran Araştırmacı ve Tasarımcı Dr. Serap Ekizler Sönmez, sözlerini şöyle sonlandırdı: “Mimari yapılar, İslam sanatının bel kemiğini oluşturuyor ve geometrik desenler bu yapıların önemli estetik ögelerinden biri olarak kabul ediliyor. Ben de tüm İslâm dünyasında tarihi eserleri tek tek fotoğraflayarak, eskizlerini çiziyor ve notlar alıyorum. Kaybolmaya yüz tutan nakışları kaydediyor, analiz ediyorum. Uzun yıllar 300 yıldır unutulmuş geleneği anlamak ve anlatmak adına yoğun bir çalışma içerisindeyim. Sanırım özellikle son 10 yıldır eğitimlerimle ve yayınlarımla bu alana farkındalık oluşmaya başladı. Gerçekleştireceğimiz bu eğitim programıyla birlikte de zanaatkârlar ve mimarlarla bir araya gelerek bilim ve sanatın kesişimini birlikte irdeleyeceğiz.”

Milli Saraylar Başkanlığı'ndan dev eser! Topkapı Sarayı'nın tüm detaylarının anlatıldığı prestij kitap yayınlandı

Milli Saraylar Başkanlığı dev bir eser yayınlayarak büyük bir işe imza attı. Alanındaki en kapsamlı eser olarak 2 ciltlik 'Topkapı Sarayı' kitabını yayınladı. Milli Saraylar Müzecilik ve Tanıtım Dairesi Başkanı Güller Karahüseyin: "Topkapı Sarayı'nı en kapsamlı, en güncel bilgiler ışığında akademik bir disiplin içinde yeniden ele alma fırsatı bizler için doğdu. Çok önemli bir prestij yayın ortaya çıkmış oldu" dedi. Milli Saraylar Başkanlığı, Topkapı Sarayı'nın tüm detaylarının anlatıldığı iki ciltlik eseri okurun beğenisine sundu. "Topkapı Sarayı" isimli eserde, sarayda son zamanlarda yapılan restorasyonlar dahil olmak üzere sarayın tüm koleksiyon ve binalarındaki detaylı çalışmalar anlatılıyor. Milli Saraylar Müzecilik ve Tanıtım Dairesi Başkanı Güller Karahüseyin, sarayın bölümleri ve tüm eser koleksiyonlarının ayrıntılı olarak ele alındığı eserin yazım sürecine ve içeriğine ilişkin basın mensuplarına açıklamada bulundu. Topkapı Sarayı'nın 2018'de Milli Saraylar Başkanlığı bünyesine bağlandığını aktaran Karahüseyin, böylelikle taşınabilir ve taşınmaz kültür varlıkları ile tarihi eserlerin aynı çatı altında toplandığını söyleyerek, "Taşınabilir ve taşınmaz bütün kültür varlıklarımızla, tarihi eserlerimizle ilgili daha önce de yayınlar yaptığımız gibi bünyemize yeni katılan bu saraylarımızla ilgili de yeni yayınlar yapmayı planladık. Bunlardan bir tanesi de Topkapı Sarayı'yla ilgili yeni bir yayın hazırlamaktı." dedi. Karahüseyin, Türkiye'de en çok ziyaret edilen ve en çok bilinen saraylarının başında gelen Topkapı Sarayı'nı tüm dünyaya yayınlar aracılığıyla tanıtmayı amaçladıklarını söyledi. PRESTİJ ESERSaray hakkında daha önce de başarılı ve kıymetli yayınlar yapıldığını vurgulayan Karahüseyin, şunları kaydetti: "Milli Saraylar Başkanlığının yeni hazırladığı Topkapı Sarayı kitabı, daha akademik bir dil ve disiplinle oluşturuldu. Topkapı Sarayı kitabına öncelikle Prof. Dr. Sadettin Ökten Hocamızın bir makalesiyle başladık. Hocamız makalesinde ziyaretçilerin sarayı gezerken gördükleri koleksiyonlardan yola çıkarak, bugün var olmayan o ama o dönemde koleksiyonların oluşturulmasında etkin rol oynayan insanların, medeniyet tasavvuru hakkında bilgi edinmemize vesile olduğunu söylüyor. Kıymetli hocamız İlber Ortaylı ise Topkapı Sarayının, Versailles ve Ermitaj gibi, tahrip ya da iç yağmaya uğramadığından bahsediyor. Bu vesileyle sarayın tüm eserlerinin kayıt altında olduğunu anlatıyor. Sarayın çok değerli koleksiyonlarını anlattıktan sonra en yeni yapılan restorasyonlardan ve diğer çalışmalardan bahsediyor." Güller Karahüseyin, eserin ikinci bölümünde tamamen koleksiyonlara yer verildiğine işaret ederek, "Milli Saraylar Başkanlığının tarihi eser koleksiyonlarındaki hazine, mobilya, kutsal emanetler, mühürler yazma ve matbu eserler ve saray arşivi ve pek çok koleksiyonumuzdan yeni bilgiler ve belgeler ışığında çok detaylı olarak bahsedildi. Milli Saray Başkanı Dr. Yasin Yıldız'la kaleme aldığımız 'Topkapı Sarayı'nda Milli Saraylar Dönemi' adlı makalede ise sarayın mimari ve tarihinden bahsettikten sonra Milli Saraylar Başkanlığına bağlanma süreci, sayım ve devir teslim çalışmaları, ardından yapılan restorasyon çalışmalarından bahsedildi. Böylece Topkapı Sarayı'nı en kapsamlı, en güncel bilgiler ışığında akademik bir disiplin içinde yeniden ele alma fırsatı bizler için doğdu. Çok önemli bir prestij yayın ortaya çıkmış oldu." değerlendirmesinde bulundu. Alanında önemli isimlerin kaleme aldığı 29 makaleden oluşan eser, saray hakkında yapılmış en kapsamlı yayın olma niteliği taşıyor. İlk ciltte sarayın mimarisi, bölümleri, yapılar ve koleksiyonlar yer alırken, diğer ciltte ise tamamen saray koleksiyonlarını içeren makaleler yer alıyor.

Ankara'daki Aslanhane Camii de UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girdi

Gordion’un ardından Başkentin bir tarihi değeri daha UNESCO Dünya Mirası Kesin Listesi’ne girdi. 45’inci UNESCO Dünya Mirası Komitesi Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da bir araya geldi. Ankara Büyükşehir Belediyesinden yetkililerin de katıldığı toplantıda yapılan oylama sonucunda Altındağ ilçesi Ulus bölgesinde bulunan Aslanhane Camii’nin UNESCO Dünya Mirası Kalıcı Listesi’ne girmesi kararlaştırıldı. Ulus’ta bulunan ve yapımı 13. yüzyıla dayanan ahşap malzeme ve desteklerden oluşan Aslanhane Camii, listeye Ankara’dan giren ikinci kültür hazinesi oldu. YAVAŞ: ASLANHANE CAMİİ DE UNESCO DÜNYA MİRASLARI'NIN ARASINDAAslanhane Camii’nin listeye alınması ile ilgili müjdeyi Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş sosyal medya hesaplarından duyurdu. Yavaş, şu ifadeleri kullandı: “İki sevindirici haber art arda. Gordion Antik Kenti'nin ardından Aslanhane Camii de UNESCO Dünya Mirasları'nın arasında. Ceviz ağacının sütunlarını taşıdığı 800 yıllık tarihi camimiz, Başkentimizin tarih ve turizm atılımı ile birlikte kentimizin kalkınmasında önemli rol oynayacak.” ANKARA’DAKİ SELÇUKLU ESERLERİNİN EN İHTİŞAMLISI Ankara Kalesi’nin güney ucunda bulunan ve 13’üncü yüzyılda inşa edilen Ahî Şerafeddin Camii veya halk arasında bilinen adıyla Aslanhane Camii, Anadolu Selçuklu döneminin içi ahşap direkli, ahşap camileri arasında yer alıyor. Caminin kuzeydoğusunda yer alan Ahi Şerafeddin Türbesi’nin dış duvarında bulunan aslan heykelinden dolayı "Aslanhane" adıyla anılan Camii, 2018 yılından bu yana UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alıyordu. Ahşap direkli camilerin günümüze kadar korunabilmiş bir örneği olan Aslanhane Camii, ahşap sütunları, bindirme tekniğiyle yapılmış tavanı, ahşap minberi ve alçı mihrabı nedeniyle Ankara’daki Selçuklu eserlerinin en ihtişamlısı olarak kabul ediliyor. Haber: Emre Gürbüz

Mezar kazarken tarihi eser bulundu

Köy muhtarı B.B.'nin ihbarı üzerine bölgeye gelen jandarma ekipleri, eserleri Afyonkarahisar Müze Müdürlüğü'ne teslim etti. Müze Müdürlüğü yetkilileri, yaptıkları incelemede eserlerin Roma dönemine ait olduğunu tespit etti. Hem dini hem de sanatsal öneme sahipHekate, Roma dönemindeki bir tanrıçadır. Hem gece hem de avcılık ile ilişkilendirilir. Kuş figürü ise Hekate'nin simgesi olarak kabul edilir. Ay Tanrısı Men ise Roma dönemindeki bir tanrı ve tanrıçadır. Ay ve bereket ile ilişkilendirilir. Müze yetkilileri, bulunan heykellerin hem dini hem de sanatsal öneme sahip olduğunu belirtti. Heykellerin, bölgedeki Roma dönemine ait yerleşim yerleri hakkında önemli bilgiler verebileceğini ifade ettiler. Eserler müzede sergilenecekHeykeller, Afyonkarahisar Müze Müdürlüğü'nde incelendikten sonra sergilenecek.

Bandırma Müze Gemisi'ne ziyaretçi akını! 2023'ün 8 ayında 276 bin kişiyi ağırladı

Samsun Büyükşehir Belediyesi yaptığı yazılı açıklamada, Bandırma Vapuru'nun replikası olan Bandırma Müze Gemisi'nin her yıl on binlerce ziyaretçiyi ağırladığını belirtti. MİLLİ MÜCADELE RUHUNU YAŞAMAK İSTEYENLERİN SAYISI HER YIL ARTIYORSamsun Büyükşehir Belediyesi sorumluluğunda olan müze, Milli Mücadele ruhunu yaşamak isteyenlerin yoğun ilgisini çekiyor. Bandırma Müzesi Gemisi ve Milli Mücadele Açık Hava Müzesi'ni ziyaret edenlerin sayısı her geçen yıl artıyor. 2001 yılında yapılan ve 18 Mayıs 2003'te müze olarak hizmete giren Bandırma Müze Gemisi ve Milli Mücadele Açık Hava Müzesi'ni 2023 yılının 8 ayında 276 bin kişi ziyaret etti. Müze 2021 yılında 42 bin 72'si öğrenci 174 bin 735 kişiyi, 2022 yılında ise 63 bin 566'sı öğrenci 259 bin 107 kişiyi ağırladı. Açıklamada görüşlerine yer verilen Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Demir, Bandırma Müze Gemisi'nin, Kurtuluş mücadelesinin ilk ateşinin yakıldığı kent için simge noktalardan biri olduğunu belirtti. Demir, "Bandırma Müze Gemisi istiklalin ve istikbalin kenti olan Samsun'a gelen herkesin ilk ziyaret etmesi gereken yerlerden birisi. Kentimiz ve ülkemiz için çok önemli bir müze burası. Çünkü Kurtuluş Savaşı'nın başlamasında Bandırma Vapuru'nun önemli bir rolü var. Bandırma Vapuru bundan 104 yıl önce İstanbul'dan Samsun'a getirdiği Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları bir ülkenin tarihini değiştirdi. Burayı ziyaret eden genç, yaşlı her yaş grubundan vatandaşlarımız 'Milli Mücadele' ruhunu hissediyor. Başta çocuklarımız ve gençlerimiz olmak üzere herkesi bu kıymetli müzemizi ziyaret etmeye davet ediyorum." ifadelerini kullandı. MUSTAFA KEMAL PAŞA'NIN BEYLİK TABANCASI SERGİLENİYORBandırma Müze Gemisi ve Milli Mücadele Açık Hava Müzesi'nde, Atatürk'ün doğum gününü 19 Mayıs olarak kabul ettiğine dair belgenin sureti bulunuyor. Lozan Barış Antlaşması'nın 1923 yılı Osmanlıca orijinal baskısı ise müzenin en önemli tarihi belgelerinden birini oluşturuyor. Görev talimatnamesi, İngiliz Vizesi, Karargah Heyeti'ni içeren belgeler üzerinden tarihsel bir yolculuğun gerçekleştirildiği müzede ayrıca Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a vardığını bildiren telgrafı ve Havza, Amasya, Erzurum yolculuklarına dair önemli vesikalar sergileniyor. Sergi salonunda ayrıca Atatürk'e ait orijinal Belçika yapımı Nagant marka beylik tabancası, Dolmabahçe Sarayı'nda ve Savarona Yatı'nda giymiş olduğu kıyafetlerin replikaları da yer alıyor. Mustafa Kemal Atatürk'ün vefatının Samsun basınına yansımaları, Samsun'da gerçekleştirilen yas törenleri, Atatürk'ün vefat raporu, vasiyetnamesi ve vasiyetnamenin noter onayı Cumhuriyet arşivinden alınan suretlerinin de sergilendiği müzede, Ulu Önder'in yaşamı boyunca kaleme aldığı 14 kitaptan örnekler yer alıyor. Bandırma Vapuru'nun çıkış alanı olan arka güverte kısmında tefriş salonu olarak isimlendirilen bir kamara yer alıyor. İçerisinde 5 heykel bulunan bu kamarada Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının bir toplantı anı canlandırılıyor. 35 bin metrekare alana kurulmuş olan Bandırma Müze Gemisi ve Milli Mücadele Açık Hava Müzesi bünyesinde; Çanakkale Savaşı ve düşmanın İzmir'den denize dökülüşünü temsil eden Türkiye'nin en uzun seramik rölyefleri, Samsun ve çevre ilçelerinden, İstiklal Savaşı'nda kaybettiğimiz 1200 şehidin yer aldığı şehitler yazıtı, Milli Mücadele'yi anlatan 10 bronz rölyef ve yedi figürlü Milli Kurtuluş Anıtı bulunuyor.

❌