Normal görünüm

Yeni makaleler mevcut. Sayfayı yenilemek için tıklayın.
Dünden önceki günMilli Gazete

İşaret dili tercümanları adaletin ''sesi'' oluyor

23 Eylül 2023 at 04:30
Bu kapsamda İstanbul Adalet Sarayının listesinde kayıtlı 59 yeminli Türk İşaret Dili tercümanı ile önceki yıllarda işleyişin hız kazanması için Adalet Bakanlığı tarafından atanan 2 kadrolu tercüman, işitme engelli bireylere bireysel işlemlerinde yardım ediyor. Mağdur, şikayetçi, şüpheli, sanık veya tanık olarak adliyede bulunan işitme engellilere kendilerini ifade edebilmeleri için Adalet Bakanlığı Ulusal Yargı Ağı Projesi sistemindeki listeden işaret dili tercümanı belirleniyor. Görüşmenin yapılacağı mahkeme veya savcılığa ulaşan tercüman, hakim veya savcının sorularını işaret diliyle işitme engelliye yöneltiyor, aldığı yanıtları da karşı tarafa aktarıyor. Belirli dönemlerde işaret dili eğitimi almak isteyen adliye personeline de kurs düzenleniyor. Bu dili bilen bazı Cumhuriyet savcıları ve polis memurları da işitme engelli vatandaşları yönlendirmede yardımcı oluyor. "EĞİTİMİN BİR ÖZELLİĞİ DE HUKUK TERMİNOLOJİSİNE DE ENTEGRE EDİLMİŞ OLMASI"Türk İşaret Dili tercümanları "İşitme Engelliler Haftası" dolayısıyla mesleklerinin detaylarını AA muhabirine anlattı. İstanbul Adalet Sarayında kamu personeline Türk İşaret Dili eğitimleri veren Ceren Ay, işaret dilinin işitme engellilerin ana dili olmakla birlikte aynı zamanda kimliklerini ifade ettikleri bir araç olduğunu söyledi. Ay, işitme engelli bireylerin adalete erişimlerini kolaylaştırmak için yaklaşık 8 yıldır Türk İşaret Dili eğitimleri verdiklerini kaydetti. Eğitimlerin, engelleri aşma açısından ciddi faydaları olduğunu belirten Ay, kamu personelinin de işaret dilini öğrenip işitme engelli bireylerin adalet hizmetlerinden faydalanmasına yardımcı olduklarını aktardı. Ay, her ülkenin kendine ait bir işaret dili olduğunu, kendilerinin de eğitimleri Türk İşaret Dili üzerine verdiklerini belirtti. Milli Eğitim Bakanlığına bağlı verilen eğitimlerin 3 ay sürdüğünü ifade eden Ay, "Temel seviye bir eğitimdir. Tercümanlık eğitimi değildir. Bu eğitimle personel, işitme engelli bireyle tercüman gelen kadar iletişime geçebiliyor. Aynı zamanda bu eğitimin bir özelliği de hukuk terminolojisine de entegre edilmiş olması. Bu eğitimlerle aslında, adalete erişimde ve adliye koridorlarında kapsayıcılık ve erişilebilirlik için büyük bir adım atılmıştır" değerlendirmesini yaptı. "ONLARIN İNSANLARLA İLETİŞİMİ İÇİN ARADA BİR KÖPRÜ GÖREVİ GÖRÜYORUZ"İşaret dili eğitmeni ve tercüman Rümeysa Canbulat da işitme engelli birey bir şikayette bulunduğunda ya da adli bir vakayla karşılaştığında, polis merkezi ve adliyeden çağrıldıklarını anlatarak, "Onların insanlarla iletişimi için arada bir köprü görevi görüyoruz" dedi. Canbulat, tercüme sırasında çok dikkatli olduklarını belirterek, "Çeviri esnasında yaşanabilecek bir hata o kişinin hayatını etkileyebilecek bir durumda. Öncelikle o kişiyi çok iyi anladığımdan emin olup ondan sonra tercüme yapmaya gayret ediyorum" diye konuştu. İşitme engelli kişilerin işaret dilini önce ailede öğrendiklerini ifade eden Canbulat, bugün kullanılan Türk İşaret Dili'ni bilmelerinin de önemli olduğuna dikkati çekti. Canbulat, "Bunun için de kurumlardan eğitim almaları gerekiyor. Ailede bu eğitimi alan kişiyle şu an kullandığımız Türk İşaret Dili'yle anlaşamadığımız durumlar olabiliyor. O yüzden onlar da genelde kendilerini geliştirdiği için çeviri esnasında bir sıkıntı yaşamıyoruz. Anlaşamazsak tekrar tekrar soruyoruz ki konuyu iyice kavrayalım" ifadelerini kullandı. "ŞU ANDA GENÇ KIZLARDAN BU EĞİTİME TALEP VAR"Rümeysa Canbulat, ilk görevinde, tehdit edilen işitme engelli bir kişinin tercümesini yaptığını, çok korkmuş durumdaki kişiyi anlayıp gerekli şikayetini yapmasına yardımcı olduğunu anlattı. İşitme engelli kişilerin kendileri gibi tercümanlarla karşılaştıklarında mutlu olduklarını dile getiren Canbulat, "İlk başta hissettikleri şey kaygı oluyor. 'Tercüman gelir de beni anlamazsa derdimi aktarabilir miyim?' diye bir endişeyle geliyorlar. Kendimizi o konuda geliştirdiğimiz için derdini anlatma ve aktarma konusunda bir sıkıntı yaşamıyoruz" dedi. Canbulat, işaret dilinin öğrenilmesi gerektiğinin altını çizerek, "Acil durumlarda değil, günlük hayatta işitme engelli biriyle karşılaşıldığında en azından onlara bir selam verebilmeyi, teşekkür etmeyi, ihtiyacı olduğunda giderebilmeyi sağlayabiliriz. Şu anda genç kızlardan bu eğitime talep var. Okudukları bölümlerden, sosyal medyadan, şarkı çevirilerinden etkileniyorlar. Herkes işaret dilini öğrensin, insanlar birbiriyle olan empatisini güçlendirsin" diye konuştu. "BİZİ GÖRÜNCE ÇOK MUTLU OLUYORLAR"Avukat ve aynı zamanda Türk İşaret Dili tercümanı olarak görev yapan Ece Sevil ise işitme engelli bireylerin mahkemelerde kendileriyle karşılaştıklarında çok mutlu olduklarını söyledi. Bu kişilerin bir an önce kendilerini anlatmak istediklerini aktaran Sevil, "Muhtemelen anlaşılmayacaklarını düşünüyorlar. Onun dışında derneklerine, vakıflarına gittiğimizde, bire bir iletişim kurduğumuzda da çok heyecanlanıyorlar. Onlar için önemli olan kendilerini doğru ifade edebilmek. Mesela metroda bile bir işaret dili tercümanıyla karşılaşsalar çok mutlu oluyorlar" ifadelerini kullandı. Sevil, bir tercüman olarak özellikle çocuklarla ilgili taciz vakalarında çok etkilendiklerini belirterek şöyle devam etti: "Onları anlayıp aktarmak, onlara soru yöneltmek bizim için çok zor olabiliyor. Zaten hassas bir durumda ve bizim soracağımız sorular onu incitebilir, yaralayabilir. Bu yüzden çok dikkatli olmak gerekiyor. Pedagoglar eşliğinde sorularımızı soruyoruz ama en nihayetinde etkileniyoruz. Elimizden geldiğince doğru anlamaya, onlarla doğru iletişim kurmaya çalışıyoruz." İşitme engelli bireylerle iletişim kurmak için sadece alfabelerini öğrenmenin yeterli olmadığını söyleyen Ece Sevil, "Onlarla bire bir iletişime geçmek, korkmamak, doğru aktarmaya çalışmak çok önemli. O yüzden biraz emek isteyen bir alan. İnanıyorum ki tüm vatandaşlarımız işaret dilini öğrendiklerinde aslında bunun çok güzel bir şey olduğunu anlayacaklardır. Yeterli olması açısından doğru eğitim ve doğru iletişim şart" değerlendirmesinde bulundu.

Ünlü tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı'dan Yunus Emre çıkışı: Ne zararı var

21 Eylül 2023 at 18:51
Prof. Dr. İlber Ortaylı, 36. Ahilik Haftası kapsamında Cacabey Meydanı'nda açılan Ahi Kitap Fuarı'ndaki söyleşiye katıldı. Öğrencilerin yeteri kadar ders çalışmadığını söyleyen Ortaylı, onların işin kolayına kaçtığını belirti. Ortaylı, Yunus Emre hakkında ise "Yunus Emre'nin 7 yerde mezarı var. Demek ki Türk halkı benimsiyor. Bunun üzerinde DNA, kemik testi yapacak değiliz. Burada da türbesi var, ziyaret ettik. Eskişehir'de, Karaman'da da var. Her biri 'bizimdir' diye kavga ediyor. Ne zararı var, orada da Yunus Emre mezarı burada şahane bir mezar. Ne kadar güzel, halk onu çoğaltıyor. Yunan dünyasında, 7 tane Homores mezarı var. 7 şehir 'bizde doğdu' diyor. Yunan halkı benimsemiş." ifadelerini kullandı.

Enflasyon tarihi yeri vurdu! Göbeklitepe giriş ücretlerine dev zam

21 Eylül 2023 at 10:14
Türkiye'nin tarihi ve turistlik şehri olan  Şanlıurfa'da bulunan Göbeklitepe ören yerinin giriş ücretine dev zam geldi. Her yıl yüzlerce yerli ve yabancı turiste ev sahipliği yapan Göbeklitepe giriş ücreti daha önce 100 lirayken 350 liralık bir zam yapılarak fiyatı 450 liraya yükseldi. Türkiye'nin son dönemde yaşadığı ekonomik krizin etkileri devam ediyor. Ülke genelinde enflasyonları birbirini kovalarken tarihi bölgeye giriş ücretlerine dev zam yapıldı. Sosyal medya da hızla yayılan haber tepkilere yol açtı

Seyircisiz filmler festivali

20 Eylül 2023 at 04:30
Ana akım sinema ihtiyaçlara, seyircinin tercihine göre popüler filmler yapıyor. Bağımsız sinemacılar ise kendi ihtiyaçlarına göre. BU BAĞIMSIZ SİNEMA İŞİ KAFAMI BULANDIRMAYA BAŞLADI BENİM…Bir hikâye yazıp, ona inanıp, büyük bir kısmını izleyiciden sakladınız mı bağımsızlaşıyor yaptığınız film. Kalıplardan bağımsız, eleştiriden bağımsız, hikâyeden bağımsız, seyirciden bağımsız oluyor. Bir de süslü bir elbise biçiyorsunuz. Tarkovski desenli, Dostoyevski göndermeli, Kafkaesk kafasında bir karmaşa çıkıyor genelde ortaya. Zeki insanların anlayabileceğini savununca sosyal bir sınıf oluşması kaçınılmaz oluyor. “Bu filmi klasikleri okumayanlar izlemesin.” Neden? Acaba Tolstoy okuyucusunu böyle ayırmış mıdır? Bazı filmleri anlamak için Kafka veya Dostoyevski’yi anlamamız gerekiyorsa onları okumadan önce yapmamız gereken bir şey var mı acaba? Bu tarz “zekâ” isteyen filmlerin yazıldığı ve konuşulduğu ortamlar kolay oluşuyor. Kitap kulübü gibi. Her söz, her kelime yapılan işi makul gösterme yarışına giriyor. Reklâm gibi. Ama bu “modern sanat” adı altında yapılıyor. Her iki türe de eşit mesafede birisiyim. Biriydim demeliyim aslında. Bağımsız filmin bağımlıları beni biraz bu türden soğuttu. İşin kendisinden çok gezdiği festivalleri konuşmaya başladığımızda, eleştiremediğimizde izlediğimiz ürüne ünsiyet kurmak zorlaşıyor çünkü. Jüriyi ikna etmek için yapılan filmlerle hikâyesini anlatmak için yapılan filmler birbirinden uzaklaşıyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası İtalya’da yapılan bağımsız filmlerde o dönemin sosyolojisini okumak mümkün. Üstelik klasikleri okumanıza gerek yok. Günümüzdeki birçok bağımsız film İtalyan Bağımsızlarına atıf yapıyor ya, anlamakta zorlanmam biraz bu yüzden. Hikâyesiz, sadece durumlar oluşturulmuş dramalara film demek zorunda mıyız? Yabancı ustaların gölgesinde işler yapmak yerine onların isimlerini sömürerek kafamıza göre takılmanın adına sanat demeyin ne olur. Sanat, insanla buluşmazsa sanat olmaz. İran filmleri de sanat filmi kategorisinde değerlendirilir. Bu filmlerin İran’daki gişelerine bir bakın derim. Halkı tarafından da izlenen bu filmlerle bizim seyircisiz filmlerimizi nasıl yan yana getireceğiz. Sinema bir hikâye anlatma biçimi. En basit ifadesi bu olsa gerek. Elbette ki görüntü, oyunculuk, müzikler vazgeçilmez bir parçası bu işin. Ama temeli bir hikâyedir. Gerisi bu hikâyeyi nasıl servis ettiğin. Ezberleri seviyoruz. Bir yarışa girecekseniz ilk yapacağınız şey yarışmanın daha önce kazananlarını takibe almaktır. Sınavlara girerken bile daha önce çıkmış soruları çözme sebebimiz bu değil mi? Hâl böyle olunca festival adı altındaki yarışmalarda ortaya çıkacak ürünün özgün olması maalesef zor. Jüriyi bilmelisiniz. Jürinin hangi tarz filmlerden hoşlandığını bilmelisiniz. Daha önce ödül alan filmlere bakmalısınız. Bu bilgiyi uyguladığınızda şansınız artıyor. Ve siz bana bu yolun özgün bir yol, yeni bir arayış olduğunu mu iddia ediyorsunuz? Yapmayın. BAKIN BAŞIMA NE GELDİ. HATIRLADIKÇA TÜYLERİM HÂL DİKEN DİKEN…Adamın filmini izliyorum. Uzun planları bir kenara, neredeyse hiç diyalog olmamasını bir kenara koyuyorum. Bütün cevapları bana buldurmaya çalışmasını da geçtim. Bana hikâyesi varmış gibi bir karakter gösterip, bir ağacın altında ilkokul arkadaşına kur yapan kızın akıbetini bekledim, o da yok. Sallanan kameradan bir ara midem ekşidi ama yok saydım. Yazılar akmaya başladığında filmin bitmiş olma ihtimalini düşündüm. Bir yandan yanımdakini kesiyorum. Bayram namazı gibi. O yerinden kalkarsa anlayacağım çünkü filmin bittiğini. Salak bir duruma düşmemek için çaba harcıyorum. Geri zekâlı yaftası yemeyelim durduk yere değil mi? Yönetmenin isminden dolayı bir dokunulmazlık haresi oluşuyor filmin üzerinde tabii. Söyleşiye geçiyoruz. İzlediğimiz filmin hikâyesini anlatmaya başlıyor yönetmen. Karakterleri falan. “Bunları anlatacağına filme koysaydın da ben oradan anlasaydım keşke” diyorum. Ama içimden diyorum. Sesli söylemeyi entelektüel kişiliğime yakıştıramıyorum çünkü. Söyleşiyi yöneten moderatör filmin ödül aldığı festivalleri saydıkça “bu nasıl bir yokluktur” diyorum. Ama içimden diyorum. Yabancı basının filmi nasıl övdüğü kısma gelindiğinde “söyle kaç para yedirdiniz” diyorum. Ama içimden. Ülkemizi gururla nasıl temsil ettiğinden bahis açınca “yazık oldu bizim köylü güzeline” diyorum. Tabii ki içimden. Türkleri yanlış tanıyan Avrupalılara ders verdim deyince, “Kardeşim 15 yaşındaki kızlar kötü yola düşmüş, aile onları korumaya çalışıyor, sen aileye çullanıyorsun. Tabii yanlış anlarlar” diyorum. Nasıl yaptığımı biliyorsunuz zaten. Soru cevap kısmı başlıyor. Filmi tek anlamayan ben değilmişim meğer. Bir delikanlı çıkıp peş peşe anlamadığı yerleri soruyor. O da ne. Yönetmen de cevabı bilmiyor. Şu niye böyle oldu? Cevap; seyirciye bıraktım. Bu? Seyirciye… Şu? Seyirciye bıraktım. Ortadaki büyük olan? Seyirciye bıraktım. En sonunda dayanamayıp fırladım yerimden ve “O zaman filmin adını da seyirciye bıraktım koysaydın keşke” dedim. Ama içimden. İçim şişti diye şaşkın bakışlar arasında çıktım salondan. Yol boyunca aklım karışıktı. Madde bağımlısı da değilim. O zaman ben az önce ne yaşadım? Dedim. Ama içimden… “FİLLİ SAAT”, PERDEYE GELİYORMüslüman bilim adamı Cezeri’nin filli saatini korumaya çalışan iki çocuğun hikâyesini eğlenceli bir dille anlatan “Filli Saat” adlı çocuk filminin çekimleri tamamlandı. Bağcılar Çocuk Oyun Merkezi’nde çekilen filme ilişkin açıklamada bulunan yönetmen Vural Eyikan, filmin konusunu, çekim sürecini ve hedeflerini anlattı. Filmin senaryosunu Ali Poyraz ve Elif Koç’un kaleme aldığını aktaran Eyikan, hikâyenin Bağcılar’da kale görünümündeki oyun parkında geçtiğini söyleyerek, “Filli saatin bir esrarı var, o kısım filme sürpriz kalsın. Bunun peşinde olan Gargagöz isminde bir kötü karakterimiz, saati koruyan bir oyuncakçı dedemiz ve oyuncakçı dedemize yardım eden iki süper kahraman çocuğumuz var. Öyle adlandırıyoruz çünkü filmde boylarından büyük işlere kalkışıyor çocuklarımız. İyi, güzel olanı kendilerine görev addedip, oyuncakçı dedeye yardımcı olmaya çalışıyorlar” dedi. Eyikan, farklı türlerde yapımların ardından çocuklara yönelik bir film yapmaya karar verdiklerini söyleyerek, yaklaşık bir yıl önce hazırlıklara başladıklarını dile getirdi. “ÇOCUKLARDA RİYAKÂRLIK, YALAN YOKTUR”Çocukların dünyayı yetişkinler gibi algılamadığının altını çizen Eyikan, şunları kaydetti: “Çocuklarda riyakârlık, yalan yoktur. İyi ya da kötü mantığıyla bakarlar. Biz de burada çocukların iyi tarafına hitap etmeye çalışıyoruz. Filmde yardımlaşmayı anlatıyoruz. Büyüklerin bir sıkıntısı, derdi olduğunda onlara yardımcı olmayla ilgili kavramları anlatıyoruz. Pedagojik olarak bakıldığında aslında filmimiz biraz değerler eğitiminin konusuna giriyor.” Sette yaklaşık 40 kişiyle çalıştıklarına işaret eden Eyikan, 50’ye yakın çocuk oyuncuyla 7-8 yetişkin oyuncunun filmde rol aldığını aktardı. “ÇOCUKLAR İÇİN DE FİLMLER YAPILMALI”Filmde oyuncakçı dedeyi oynayan Ferdi Akarnur, çekimlerde çocuklarla çok eğlendiklerini, seyircinin de eğleneceğini umduğunu söyledi. Akarnur, keyifli bir çalışma olduğunu dile getirerek, “Çocuklar için böyle filmler yapılmalı. Bunlar sadece kitaplarda veya çocuk tiyatrolarında kalmamalı. Filmler daha güzel. Seyretmeleri, gelmeleri, görmeleri gereken bir ton hikâye var” ifadelerini kullandı. Çocuk filmlerinin, çocukların eğitimine katkıda bulunduğunu vurgulayan Akarnur, kendi torunlarının da çocuk tiyatrosuna gittiğini ve izledikleri oyunlardan etkilendiklerini dile getirdi. “BURASI BİR OYUN PARKI, BİZİM İÇİN DE PLATO GİBİ”Gargagöz karakterini oynayan Hakan Bilgin, çekimlerde çocuk oyuncuların çok eğlendiğini belirterek, “Çünkü burası bir oyun parkı. Bağcılar Belediyesi’nin çok güzel bir tesisi, kale şeklinde bir binası var. Bizim için de bir plato gibi. Yönetmenimiz böyle bir alanı değerlendirmek istemiş. Bağcılar Belediyesi de bize kullanma hakkı vermiş. Ben de çocuk olsaydım önce oynamayı ve eğlenmeyi denerdim. Onlar da onu yapıyor” ifadelerini kullandı. Bilgin, filmde kötü adamı canlandırdığını söyleyerek, şunları aktardı: “Filli Saat filmin ismi. Gargagöz, o saatin peşinde. Bir oyuncak takıntısı var. Onlarla konuşan kendine ait bir dünyası olan ve bunu biriktirmeye çalışan bir adam. Dolayısıyla oyuncakçı dedemizin bir oyuncağını elde etmeye çalışıyor. Filmin hikâyesi de o yolculuk” şeklinde konuştu. “FİLLİ SAAT” FİLMİ HAKKINDAEğlenceli bir kalede geçen “Filli Saat”, çocukların Cezeri’nin saati için verdikleri mücadeleyi konu alıyor. Kasım ayında vizyona girmesi planlanan filmin konusu şöyle: “Cezeri’nin eşsiz saatinin gizli koruyucusu, Gargagöz adlı kötü karakterin eline geçmesini engellemek için büyük bir mücadele verir. Eskilerden gelen bir koruma döngüsü sayesinde saatin saklandığı yer, şimdi bir çocuk parkına dönüşmüş durumdadır. Koruyucu, bu mekânı mükemmel bir kamuflaj olarak kullanarak saati korumaya devam eder ancak Gargagöz, yırtık bir haritayla bu yeri bulur ve saate ulaşmaya çalışır. Bu noktada, muhafaza görevindeki küçük kahramanlar, tüm becerilerini ortaya koyarak Filli Saat’i koruma görevini üstlenir.” Haber: Bilali Yıldırım

Mimarlık tarihinde önemli bir yere sahip olan geometrik desenler ilk kez masaya yatırılacak

19 Eylül 2023 at 17:58
Geometrinin önemine ve sanatta kullanılmasının tarihine ışık tutulacağı Geometri ve Sanat Çalıştayı’nda mimarlar, ustalar ve zanaatkârlar için de eğitim programları yer alıyor. Amacı geometrik desenlerin bilimsel verilerine ışık tutmak olan çalıştayın bu ayağında Osmanlı dönemi yapılarında yer alan geometrik desenlerin inşa metotları ve çağdaşı olan devletlerdeki uygulamalarla mukayeseli bir biçimde farkları ele alınacak. Bu desenlerin modern şehir mimarisinde kullanımına yönelik farkındalık oluşturulacak. İslâm mimarisinde hemen her coğrafyada uygulanmış geometrik desenler, bugün mimari yapılardan dekorasyona kadar günlük yaşamımızın birçok alanında karşımıza çıkıyor. Bi-lim tarihine farkındalığın arttığı günümüzde bilim ve sanatın kesiştiği bu alana farkındalık da ne yazık ki bilim ayağı kopuk bir biçimde projelere aktarılıyor. Konunun felsefi açılımı da ne yazık ki olması gerektiğinden uzak. Kent kimliği oluşturma niyetiyle de modern mimaride birçok yapının cephesine giydiriliyor. Özellikle son yıllarda teknolojinin hızla gelişmesiyle birlikte bu geometrik ögelerin dijital cihazlar üstünden kolaylıkla resmedilmesi, farklı alanlarda kullanılmasına da imkân tanıyor. Ancak, yüzyıllar öncesinde bilimsel verilerden yola çıkarak pergel, cetvel gibi materyallerle yapılan bu çizimlerin şu an kuralsız bir şekilde yapılması hataların ortaya çıkmasına, dolayısıyla bilimden uzak çıktılara neden oluyor. Buradan hareketle konunun uzmanları ile böyle bir çalıştay projesi hayata geçiriliyor. Geometri ve Sanat Çalıştayı, mimar, usta ve zanaatkârlar için hazırladığı eğitim programıyla geometrik desenlerin bilimsel verilerine ışık tutacak. Organizasyon komite başkalığını Dr. Serap Ekizler Sönmez’in yaptığı programda ilk gün konferanslar yer alacak. Konferanslarda geometri tarihi ve İrfanî düşünce bağlamı ve tarihsel süreç ele alınacak. Çalıştayla birlikte desenlerin modern şehir mimarisinde kullanımına yönelik farkındalık oluşturulurken, gelecek nesillere aktarılmasının da önünü açılacak. Konferansın haricinde, iki gün boyunca atölye dersleri yapılacak 22 Eylül’de başlayacak “Zanaat Ekseninde Osmanlı Eserlerinde Geometrik Desenler” konulu eğitim programı 3 gün sürecek. İlk gün, tüm güne yayılan konferanslarda yer alan konuşmacılar ve başlıkları şu şekildedir; Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu: “Matematik’i Anlamdan ve Büyüden Arındırmak: Hisâbî Matematiğin Yükselişi”, Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç: “Dönüş ve Daire: Sufi Düşüncede Manevî Geometri”, Doç. Dr. Elif Baga: "Mezopotamya'dan İslam Medeniyetine Geometrik Desenlerin Matematiksel Arka Planına Kısa Bir Bakış", Y. Mim. Saeid Shakouri: "Safavi Dönem Mimarisinde Geometrik Desenler ve Estetik Elemanlar", Dr. Serap Ekizler Sönmez: “Geometrik Strüktür Olarak Osmanlı Mimarisinden Desenler, İslâm Dünyası İçindeki Yeri.” Sonraki 2 gün ise başvurular arasından seçilen katılımcılarla Serap Ekizler Sönmez ve Saeid Shakouri yürütücülüğünde her gün sunum destekli atölyelerden oluşan eğitim yapılacak. Geometrik yüzey kaplama sistemleri alanında çalışan araştırmacı ve tasarımcı Dr. Serap Ekizler Sönmez, eğitim programına dair şu bilgileri paylaştı: “türkiye’de uzun yıllar hem akademi hem de piyasada çalışmalar yapan biri olarak çalışmalardaki sıkıntılı işler böyle bir çalıştayı elzem kıldı. Bir seri olarak düşündüğümüz bu çalıştaylarda bir ayağını güçlü bir biçimde bilime sağlam basan bir konunun bilim tarihinden bağımsız ele alınması düşünülemezdi. Konunun teoriik alt yapısı ile yeniden inşa edilmesi ve tarih boyunca uygulanmış örneklerin bir vesika gibi değerlendirilerek bu teorik yapı inşasının sağlam bir zemineoturtulması sağlanmalıdır. Vesika olarak değerlendirme ise ancak desenlerin geometrisinin sağlam analiz edilmesi ile mümkün olacaktır." “Sanatın arkasındaki bilimsel verilere ışık tutacağız” Araştırmacı ve Tasarımcı Sönmez, “Kıymetli hocalarımızın teveccühleriyle dahil oldukları konferanslarla daha anlamlı yapıya bürünen proje ile geçmişi gelecek nesillere aktarırken mimarların, ustaların ve zanaatkârların geometrik desenlerin arkasındaki bilimsel verilerin farkındalığı ile daha fazla sorumluluk üstlenmesini sağlayacağız. Böylece bu sanatın modern yapılarda doğru bir şekilde uygulanmasının da önünü açacağız. Öyle ki, sanatın bilimsel temelleri üzerinde şu ana kadar çok az çalışma yapılmış olması ya da konunun yanlış metotlarla ele alınması zanaat ustalarına yol gösterici bir nitelik taşımasına engel oluyor. Geometri ve Sanat Çalıştayı ile bu meselelere katkıda bulunacak önemli bir adım attığımız gibi dünyada da bu yönüyle yapılmış ilk çalıştaydır” dedi. Geometrik desenlerin modern mimaride doğru bir şekilde kullanılmasını sağlıyor Kendisinin de Anadolu Selçuklu başta olmak üzere farklı kültürlerdeki geometrik desenler üzerine çalışmalar yürütttüğünü aktaran Araştırmacı ve Tasarımcı Dr. Serap Ekizler Sönmez, sözlerini şöyle sonlandırdı: “Mimari yapılar, İslam sanatının bel kemiğini oluşturuyor ve geometrik desenler bu yapıların önemli estetik ögelerinden biri olarak kabul ediliyor. Ben de tüm İslâm dünyasında tarihi eserleri tek tek fotoğraflayarak, eskizlerini çiziyor ve notlar alıyorum. Kaybolmaya yüz tutan nakışları kaydediyor, analiz ediyorum. Uzun yıllar 300 yıldır unutulmuş geleneği anlamak ve anlatmak adına yoğun bir çalışma içerisindeyim. Sanırım özellikle son 10 yıldır eğitimlerimle ve yayınlarımla bu alana farkındalık oluşmaya başladı. Gerçekleştireceğimiz bu eğitim programıyla birlikte de zanaatkârlar ve mimarlarla bir araya gelerek bilim ve sanatın kesişimini birlikte irdeleyeceğiz.”

Milli Saraylar Başkanlığı'ndan dev eser! Topkapı Sarayı'nın tüm detaylarının anlatıldığı prestij kitap yayınlandı

19 Eylül 2023 at 16:40
Milli Saraylar Başkanlığı dev bir eser yayınlayarak büyük bir işe imza attı. Alanındaki en kapsamlı eser olarak 2 ciltlik 'Topkapı Sarayı' kitabını yayınladı. Milli Saraylar Müzecilik ve Tanıtım Dairesi Başkanı Güller Karahüseyin: "Topkapı Sarayı'nı en kapsamlı, en güncel bilgiler ışığında akademik bir disiplin içinde yeniden ele alma fırsatı bizler için doğdu. Çok önemli bir prestij yayın ortaya çıkmış oldu" dedi. Milli Saraylar Başkanlığı, Topkapı Sarayı'nın tüm detaylarının anlatıldığı iki ciltlik eseri okurun beğenisine sundu. "Topkapı Sarayı" isimli eserde, sarayda son zamanlarda yapılan restorasyonlar dahil olmak üzere sarayın tüm koleksiyon ve binalarındaki detaylı çalışmalar anlatılıyor. Milli Saraylar Müzecilik ve Tanıtım Dairesi Başkanı Güller Karahüseyin, sarayın bölümleri ve tüm eser koleksiyonlarının ayrıntılı olarak ele alındığı eserin yazım sürecine ve içeriğine ilişkin basın mensuplarına açıklamada bulundu. Topkapı Sarayı'nın 2018'de Milli Saraylar Başkanlığı bünyesine bağlandığını aktaran Karahüseyin, böylelikle taşınabilir ve taşınmaz kültür varlıkları ile tarihi eserlerin aynı çatı altında toplandığını söyleyerek, "Taşınabilir ve taşınmaz bütün kültür varlıklarımızla, tarihi eserlerimizle ilgili daha önce de yayınlar yaptığımız gibi bünyemize yeni katılan bu saraylarımızla ilgili de yeni yayınlar yapmayı planladık. Bunlardan bir tanesi de Topkapı Sarayı'yla ilgili yeni bir yayın hazırlamaktı." dedi. Karahüseyin, Türkiye'de en çok ziyaret edilen ve en çok bilinen saraylarının başında gelen Topkapı Sarayı'nı tüm dünyaya yayınlar aracılığıyla tanıtmayı amaçladıklarını söyledi. PRESTİJ ESERSaray hakkında daha önce de başarılı ve kıymetli yayınlar yapıldığını vurgulayan Karahüseyin, şunları kaydetti: "Milli Saraylar Başkanlığının yeni hazırladığı Topkapı Sarayı kitabı, daha akademik bir dil ve disiplinle oluşturuldu. Topkapı Sarayı kitabına öncelikle Prof. Dr. Sadettin Ökten Hocamızın bir makalesiyle başladık. Hocamız makalesinde ziyaretçilerin sarayı gezerken gördükleri koleksiyonlardan yola çıkarak, bugün var olmayan o ama o dönemde koleksiyonların oluşturulmasında etkin rol oynayan insanların, medeniyet tasavvuru hakkında bilgi edinmemize vesile olduğunu söylüyor. Kıymetli hocamız İlber Ortaylı ise Topkapı Sarayının, Versailles ve Ermitaj gibi, tahrip ya da iç yağmaya uğramadığından bahsediyor. Bu vesileyle sarayın tüm eserlerinin kayıt altında olduğunu anlatıyor. Sarayın çok değerli koleksiyonlarını anlattıktan sonra en yeni yapılan restorasyonlardan ve diğer çalışmalardan bahsediyor." Güller Karahüseyin, eserin ikinci bölümünde tamamen koleksiyonlara yer verildiğine işaret ederek, "Milli Saraylar Başkanlığının tarihi eser koleksiyonlarındaki hazine, mobilya, kutsal emanetler, mühürler yazma ve matbu eserler ve saray arşivi ve pek çok koleksiyonumuzdan yeni bilgiler ve belgeler ışığında çok detaylı olarak bahsedildi. Milli Saray Başkanı Dr. Yasin Yıldız'la kaleme aldığımız 'Topkapı Sarayı'nda Milli Saraylar Dönemi' adlı makalede ise sarayın mimari ve tarihinden bahsettikten sonra Milli Saraylar Başkanlığına bağlanma süreci, sayım ve devir teslim çalışmaları, ardından yapılan restorasyon çalışmalarından bahsedildi. Böylece Topkapı Sarayı'nı en kapsamlı, en güncel bilgiler ışığında akademik bir disiplin içinde yeniden ele alma fırsatı bizler için doğdu. Çok önemli bir prestij yayın ortaya çıkmış oldu." değerlendirmesinde bulundu. Alanında önemli isimlerin kaleme aldığı 29 makaleden oluşan eser, saray hakkında yapılmış en kapsamlı yayın olma niteliği taşıyor. İlk ciltte sarayın mimarisi, bölümleri, yapılar ve koleksiyonlar yer alırken, diğer ciltte ise tamamen saray koleksiyonlarını içeren makaleler yer alıyor.

Ankara'daki Aslanhane Camii de UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girdi

19 Eylül 2023 at 15:50
Gordion’un ardından Başkentin bir tarihi değeri daha UNESCO Dünya Mirası Kesin Listesi’ne girdi. 45’inci UNESCO Dünya Mirası Komitesi Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da bir araya geldi. Ankara Büyükşehir Belediyesinden yetkililerin de katıldığı toplantıda yapılan oylama sonucunda Altındağ ilçesi Ulus bölgesinde bulunan Aslanhane Camii’nin UNESCO Dünya Mirası Kalıcı Listesi’ne girmesi kararlaştırıldı. Ulus’ta bulunan ve yapımı 13. yüzyıla dayanan ahşap malzeme ve desteklerden oluşan Aslanhane Camii, listeye Ankara’dan giren ikinci kültür hazinesi oldu. YAVAŞ: ASLANHANE CAMİİ DE UNESCO DÜNYA MİRASLARI'NIN ARASINDAAslanhane Camii’nin listeye alınması ile ilgili müjdeyi Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş sosyal medya hesaplarından duyurdu. Yavaş, şu ifadeleri kullandı: “İki sevindirici haber art arda. Gordion Antik Kenti'nin ardından Aslanhane Camii de UNESCO Dünya Mirasları'nın arasında. Ceviz ağacının sütunlarını taşıdığı 800 yıllık tarihi camimiz, Başkentimizin tarih ve turizm atılımı ile birlikte kentimizin kalkınmasında önemli rol oynayacak.” ANKARA’DAKİ SELÇUKLU ESERLERİNİN EN İHTİŞAMLISI Ankara Kalesi’nin güney ucunda bulunan ve 13’üncü yüzyılda inşa edilen Ahî Şerafeddin Camii veya halk arasında bilinen adıyla Aslanhane Camii, Anadolu Selçuklu döneminin içi ahşap direkli, ahşap camileri arasında yer alıyor. Caminin kuzeydoğusunda yer alan Ahi Şerafeddin Türbesi’nin dış duvarında bulunan aslan heykelinden dolayı "Aslanhane" adıyla anılan Camii, 2018 yılından bu yana UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alıyordu. Ahşap direkli camilerin günümüze kadar korunabilmiş bir örneği olan Aslanhane Camii, ahşap sütunları, bindirme tekniğiyle yapılmış tavanı, ahşap minberi ve alçı mihrabı nedeniyle Ankara’daki Selçuklu eserlerinin en ihtişamlısı olarak kabul ediliyor. Haber: Emre Gürbüz

Mezar kazarken tarihi eser bulundu

18 Eylül 2023 at 22:20
Köy muhtarı B.B.'nin ihbarı üzerine bölgeye gelen jandarma ekipleri, eserleri Afyonkarahisar Müze Müdürlüğü'ne teslim etti. Müze Müdürlüğü yetkilileri, yaptıkları incelemede eserlerin Roma dönemine ait olduğunu tespit etti. Hem dini hem de sanatsal öneme sahipHekate, Roma dönemindeki bir tanrıçadır. Hem gece hem de avcılık ile ilişkilendirilir. Kuş figürü ise Hekate'nin simgesi olarak kabul edilir. Ay Tanrısı Men ise Roma dönemindeki bir tanrı ve tanrıçadır. Ay ve bereket ile ilişkilendirilir. Müze yetkilileri, bulunan heykellerin hem dini hem de sanatsal öneme sahip olduğunu belirtti. Heykellerin, bölgedeki Roma dönemine ait yerleşim yerleri hakkında önemli bilgiler verebileceğini ifade ettiler. Eserler müzede sergilenecekHeykeller, Afyonkarahisar Müze Müdürlüğü'nde incelendikten sonra sergilenecek.

Bandırma Müze Gemisi'ne ziyaretçi akını! 2023'ün 8 ayında 276 bin kişiyi ağırladı

17 Eylül 2023 at 17:47
Samsun Büyükşehir Belediyesi yaptığı yazılı açıklamada, Bandırma Vapuru'nun replikası olan Bandırma Müze Gemisi'nin her yıl on binlerce ziyaretçiyi ağırladığını belirtti. MİLLİ MÜCADELE RUHUNU YAŞAMAK İSTEYENLERİN SAYISI HER YIL ARTIYORSamsun Büyükşehir Belediyesi sorumluluğunda olan müze, Milli Mücadele ruhunu yaşamak isteyenlerin yoğun ilgisini çekiyor. Bandırma Müzesi Gemisi ve Milli Mücadele Açık Hava Müzesi'ni ziyaret edenlerin sayısı her geçen yıl artıyor. 2001 yılında yapılan ve 18 Mayıs 2003'te müze olarak hizmete giren Bandırma Müze Gemisi ve Milli Mücadele Açık Hava Müzesi'ni 2023 yılının 8 ayında 276 bin kişi ziyaret etti. Müze 2021 yılında 42 bin 72'si öğrenci 174 bin 735 kişiyi, 2022 yılında ise 63 bin 566'sı öğrenci 259 bin 107 kişiyi ağırladı. Açıklamada görüşlerine yer verilen Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Demir, Bandırma Müze Gemisi'nin, Kurtuluş mücadelesinin ilk ateşinin yakıldığı kent için simge noktalardan biri olduğunu belirtti. Demir, "Bandırma Müze Gemisi istiklalin ve istikbalin kenti olan Samsun'a gelen herkesin ilk ziyaret etmesi gereken yerlerden birisi. Kentimiz ve ülkemiz için çok önemli bir müze burası. Çünkü Kurtuluş Savaşı'nın başlamasında Bandırma Vapuru'nun önemli bir rolü var. Bandırma Vapuru bundan 104 yıl önce İstanbul'dan Samsun'a getirdiği Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları bir ülkenin tarihini değiştirdi. Burayı ziyaret eden genç, yaşlı her yaş grubundan vatandaşlarımız 'Milli Mücadele' ruhunu hissediyor. Başta çocuklarımız ve gençlerimiz olmak üzere herkesi bu kıymetli müzemizi ziyaret etmeye davet ediyorum." ifadelerini kullandı. MUSTAFA KEMAL PAŞA'NIN BEYLİK TABANCASI SERGİLENİYORBandırma Müze Gemisi ve Milli Mücadele Açık Hava Müzesi'nde, Atatürk'ün doğum gününü 19 Mayıs olarak kabul ettiğine dair belgenin sureti bulunuyor. Lozan Barış Antlaşması'nın 1923 yılı Osmanlıca orijinal baskısı ise müzenin en önemli tarihi belgelerinden birini oluşturuyor. Görev talimatnamesi, İngiliz Vizesi, Karargah Heyeti'ni içeren belgeler üzerinden tarihsel bir yolculuğun gerçekleştirildiği müzede ayrıca Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a vardığını bildiren telgrafı ve Havza, Amasya, Erzurum yolculuklarına dair önemli vesikalar sergileniyor. Sergi salonunda ayrıca Atatürk'e ait orijinal Belçika yapımı Nagant marka beylik tabancası, Dolmabahçe Sarayı'nda ve Savarona Yatı'nda giymiş olduğu kıyafetlerin replikaları da yer alıyor. Mustafa Kemal Atatürk'ün vefatının Samsun basınına yansımaları, Samsun'da gerçekleştirilen yas törenleri, Atatürk'ün vefat raporu, vasiyetnamesi ve vasiyetnamenin noter onayı Cumhuriyet arşivinden alınan suretlerinin de sergilendiği müzede, Ulu Önder'in yaşamı boyunca kaleme aldığı 14 kitaptan örnekler yer alıyor. Bandırma Vapuru'nun çıkış alanı olan arka güverte kısmında tefriş salonu olarak isimlendirilen bir kamara yer alıyor. İçerisinde 5 heykel bulunan bu kamarada Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının bir toplantı anı canlandırılıyor. 35 bin metrekare alana kurulmuş olan Bandırma Müze Gemisi ve Milli Mücadele Açık Hava Müzesi bünyesinde; Çanakkale Savaşı ve düşmanın İzmir'den denize dökülüşünü temsil eden Türkiye'nin en uzun seramik rölyefleri, Samsun ve çevre ilçelerinden, İstiklal Savaşı'nda kaybettiğimiz 1200 şehidin yer aldığı şehitler yazıtı, Milli Mücadele'yi anlatan 10 bronz rölyef ve yedi figürlü Milli Kurtuluş Anıtı bulunuyor.

Menderes'e "Atnan" adıyla İstiklâl Madalyası verilmiş

16 Eylül 2023 at 04:30
TBMM Kütüphanesi'nce yapılan çalışma sonucu Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi'nden ulaşılan belgeler arasında Adnan Menderes'in de yer aldığı 50 kişiye Kurtuluş Savaşı'nda gösterdikleri fedakârlık ve kahramanlık dolayısıyla Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün imzasıyla İstiklâl Madalyası verilmesini onaylayan kararname de bulundu. 1931 tarihli kararnamede Adnan Menderes'in ismi "Atnan" olarak ifade ediliyor. MENDERES'İN 1931 TARİHLİ MAZBATASINDAKİ ÖZGEÇMİŞİSiyasi kariyerine Serbest Cumhuriyet Fırkası’nda başlayan Adnan Menderes, Celal Bayar, İttihat ve Terakki Mektebi'nden hocası Vasıf Çınar ve çok iyi tanıdığı Halit Onaran ile görüşmesi sonrasında CHP'ye katıldı. Atatürk'ün Aydın ziyareti sırasında keşfettiği genç bir teşkilat başkanı olan Menderes, bu tarihten sonra Türk siyasi tarihine damga vuran isimlerden oldu. Menderes, 1931'de aday olmadığı halde milletvekili seçildi ve kendisini aday listesine Atatürk'ün koyduğunu öğrendi. Adnan Menderes'in 1931 tarihli ilk milletvekili mazbatasında kendi el yazısıyla doldurduğu özgeçmiş kısmında, İzmir Amerikan Mektebi son sınıfında iken askerliğe alındığını ve teğmen olduğunu, ordudaki görevinin ardından çiftçilikle uğraştığını anlattı. Menderes, 1935, 1939, 1943 seçimlerini kazanarak CHP Aydın milletvekili olarak aralıksız 14 yıl parlamentoda CHP Grubu'nda görev aldı. Menderes, hükümetin Toprak Reformu Tasarısı'nın 1945'te Meclis'teki görüşmeleri sırasında sergilediği karşı duruş sonrasında siyaset sahnesinde tanınan bir isim haline geldi. MENDERES VE KÖPRÜLÜ'NÜN CHP'DEN İHRAÇ KARARI GENELGE İLE DUYURULDUİzmir Milletvekili Celal Bayar, Aydın Milletvekili Adnan Menderes, İçel Milletvekili Refik Koraltan ve Kars Milletvekili Fuat Köprülü, 7 Haziran 1945'te CHP Meclis Grubu'na kanunlardaki ve parti tüzüğündeki antidemokratik hükümlerin kaldırılmasını içeren bir önerge verdi. Türk siyasi hayatına "Dörtlü Takrir" olarak geçen önergenin verilmesinin ardından Celal Bayar'ın deyimiyle "partide fırtına koptu". Ülkede demokrasi olmadığını savunan Fuat Köprülü ve Adnan Menderes için Başbakan Şükrü Saraçoğlu'nun başkanlığında 21 Eylül 1945'te toplanan Parti Divanı, ihraç kararı aldı. Menderes ve Köprülü’nün CHP'den ihraç edilmeleri hakkındaki karar Genel Sekreter Vekili Nafi Kansu imzasıyla 22 Eylül 1945 tarihli bir genelge ile parti il idare kurullarına gönderildi. Genelgede, Menderes ve Köprülü'nün partiden çekilmeden onun tüzük ve prensiplerine aykırı neşriyatta bulunmaları, iyi niyet beslemediklerinin bir delili olarak gösterildi. Milletvekillerinin partisinin grup toplantılarında görüşülen meselelerde tamamıyla serbest oy ve içtihat sahibi olduğu ancak bu müzakereler sonunda çokluğun kararına katılmak mecburiyetinde oldukları vurgulanan genelgede, şu ifadelere yer verildi: "Menderes ve Köprülü'nün hareketleri bu esasın gösterdiği istikametin dışında, memlekette gerçek demokrasi olmadığı iddiasını dil ve kalemlerine dolamak suretiyle tenkide koyuldukları, partiye karşı sistemli bir siyasi mücadeleye girişmek şeklinde kendini göstermiştir. Memlekette parti idaresini -menfaatlerine bağlı inhisarcı bir zümrenin vasilik idaresi- olarak gösteren ve partiye karşı güveni sarsmak rolünü üzerine alan bir gazetenin sütunlarında yayılan yazılar onunla bir fikir ve içtihat ve cephe birliğinin açık ifade ve delilleridir. Bu durum karşısında Parti Divanı, Adnan Menderes ile Fuat Köprülü'nün hareketlerini, tüzük hükümleri bakımından inceleyerek, bir taraftan parti içinde ayrılık cereyanları uyandırmak suretiyle partinin memleketteki varlığını zaafa uğratmak ve diğer taraftan partinin demokratik bünyede olmadığı yolundaki yazılarla aynı safta muhalefetle birleşerek partiyi yıkmaya çalışmak mahiyetinde görmüş ve tüzüğün 147, 148 ve 149'uncu maddeleri gereğince her ikisinin partiden tart edilmeleri lüzumlu olduğu kanaat ve kararına oy birliğiyle varılmıştır." DP'NİN 1946 SEÇİMLERİNDE SEÇİM PROPAGANDALARIDP, 7 Ocak 1946'da Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan tarafından kuruldu. Demokrat Parti’nin bütün eleştirilerine rağmen, partinin kuruluşu üzerinden 4 ay geçmeden erken seçim kararı alınarak, önce yerel ardından genel seçim sürecine girildi. 26 Mayıs 1946'da yapılan yerel seçimlere girmeme kararı alan DP, partilileri sandığa gidip gitmemekte serbest bıraktı. Belgeler arasında bulunan ve CHP'nin kazandığı 1946 genel seçimlerinde DP'nin 11 Temmuz 1946 tarihli Vatan gazetesinde yayınlanan beyannamesinde, seçim çalışmaları kapsamında partinin yaşadığı sıkıntılar anlatılıyor. Beyannamede, Ulus gazetesinin 8 Temmuz 1946 tarihli haberine dikkati çekilerek, İçişleri Bakanlığı’nın köylerde yapılan "zehirleyici propagandaları önlemek" üzere partiler adına gönderilen kimselerden hangi parti adına hareket ettiklerini gösterir belge istendiği aktarılıyor. Beyannamede anlatılanlara göre, köylere gitmek isteyen vatandaşlara, 48 saat önce müracaat etmeleri, tahkikat sonucunda müsaade verilip verilmeyeceğinin kendilerine bildirileceği söyleniyor. Bunun amacının milletvekili seçimlerinin hemen öncesinde muhalif partilerinin halkla her türlü temasını ve irtibatını kesmek olduğu ifade edilen beyannamede, İçişleri Bakanlığı’nın bu emrinin Anayasa'nın seyahat hürriyetini düzenleyen 70. maddesine ve bu hakkın ne gibi hallerde sınırlanacağını düzenleyen 78. maddesine aykırı olduğu vurgulanıyor. Bu şartlar altında seçimlere katılan DP'den Menderes, memleketi Aydın'dan değil, Kütahya'dan milletvekili seçildi. DP'NİN 1950 SEÇİMLERİNDEKİ ZAFERİCHP hükümeti 1 Mart 1950'de genel seçimlerin 14 Mayıs 1950'de yapılmasına karar verdi. Halkın, DP'ye ilgisi, aday listelerinde de kendisini gösterdi. Büyük bir seçim kampanyası başlatan DP'de milletvekili adaylığına yoğun talep oldu. Seçimlerde, DP kurucularından Celal Bayar Bursa ve İstanbul'dan, Adnan Menderes İstanbul'dan, Fuat Köprülü Aydın ve İstanbul'dan, Refik Koraltan Balıkesir ve İçel'den yeterli oy alarak milletvekili seçildi. Seçimlerde, DP yüzde 53 oy oranıyla Meclis'teki temsilin yüzde 84'üne sahip oldu. Seçim sonuçlarının ardından DP Grubu'nda yapılan oylama sonucunda Bayar'ın cumhurbaşkanı olmasına karar verildi. Adnan Menderes, Bayar'ı evinde ziyaret ederek, Fuat Köprülü'nün başbakan olmasını önerdi. Bunun üzerine Bayar, "Başvekil sizsiniz Adnan Bey" diyerek Menderes'in parti liderliğini de almasını istedi. Kabinesini 22 Mayıs'ta oluşturan Menderes, parti programını 28 Mayıs'taki grup toplantısında açıkladı. MENDERES'İN İLK BAKANLAR KURULU LİSTESİBaşbakanlığa İstanbul Milletvekili Adnan Menderes'in tayin olduğuna dair 24 Mayıs 1950 tarihli yazıda, Cumhurbaşkanı tarafından onanan Bakanlar Kurulu listesi de yer buldu. Bakanlar Kurulu listesinde, Halil Özyörük Adalet Bakanı, Refik Şevket İnce Milli Savunma Bakanı, Rükneddin Nasuhioğlu İçişleri Bakanı, Fuat Köprülü Dışişleri Bakanı, Halil Ayan Maliye Bakanı, Avni Başman Milli Eğitim Bakanı, Fahri Belen Bayındırlık Bakanı, Zühtü Velibeşe Ekonomi ve Ticaret Bakanı, Nihat Reşat Belger Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı, Nuri Özsan Gümrük ve Tekel Bakanı, Nihat Eğriboz Tarım Bakanı, Tevfik İleri Ulaştırma Bakanı, Hasan Polatkan Çalışma Bakanı, Muhlis Ete ise İşletmeler Bakanı olarak yer aldı. Menderes, DP'nin seçim zaferini, "14 Mayıs, bir devre son veren ve yeni bir devir açan müstesna ehemmiyette tarihi bir gün olarak daima anılacaktır. Bu tarihi günün hatırasını yalnız partimizin değil Türk demokrasisinin bir zafer günü olarak yâd ediyoruz" ifadeleriyle yorumladı.

Anlam!

15 Eylül 2023 at 04:30
HABER: BİRSEN BAĞCI"Yaşamak acı çekmektir ve hayatta kalmak acıda bir anlam bulmak demektir” diyor Viktor E. Frankl. Size iki seçenek sunulsa, biri anlam, bir başka seçenek ise mutluluk olsa hangisini seçerdiniz? Anlam denildiğini duyar gibiyim... Anlamlı bir hayat zaten beraberinde mutluluğu da getirecektir. Robert Nozick isimli bir sosyal bilimci, bir düşünce deneyi yapıyor. Bir tank ve bu tankın içine giren kişi her türlü duyguyu sonsuza kadar yaşayabiliyor ve bu tankın içinde kaldığı süre içinde hiç bir keder yaşamayacak. Hangimiz bu tankın içinde sonsuza kadar yaşamak ister? Hayatta her şey zıddı ile kaim diye bir söz var. Bazı şeyler var ki çaba harcamazsak, ter dökmezsek, emek vermezsek, alın teri dökmezsek bize dönüş sağlamıyor. Mutluluk ve anlam gibi. Uğruna ızdırap çekmek, gözyaşı dökmek emek vermek gerekiyor ki değeri kalıcı olsun. Bazı şeyler var ki zıddı olmaksızın anlamsız. Işığın karanlık olmadan, karanlığın ışık olmadan bir anlamı yok. Mutluluğunda hayatın içinde, bizim çabamız olmaksızın gelmesinin bir anlamı yok. 1950'li ve 60'lı yıllarda sanayi sektöründe eskitilme değeri diye bir kavram keşfediliyor. Materyallerin içine, her şeyin hızlı eskitilebileceği formüller yerleştiriliyor. Dolayısıyla, dayanıklı mal üretilmemeye başlanıyor. Nitekim pek çok ürün bu yönde değiştiriliyor. Çok fazla ürün tüketerek "Homo Consumens” bir tüketici insan kılan mevcut reklâmcılık ve tüketim endüstrisi, insanın arzularının hızlı bir şekilde tatmin bulmasını ve ancak o tatmin ile insanın mutlu olabileceğini dikte ediyor. Bu ideoloji bize, mutluluk denilen şey, hazların toplamından ibarettir, diyor. Ne kadar haz, o kadar mutluluk, ne kadar köfte, o kadar ekmek! Bugün, modern batı uygarlıklarına baktığımız zaman, insanların adeta bir sürü gibi güdüldüğünü görürüz. Sevgililer günü, yılbaşı, şükran gününde, insanlar ancak pahada ağır hediyeler alarak birbirlerini mutlu edebileceklerine inandırıldılar. Pahaca ağır olamayan bir şey çok fazla hediye statüsünde sayılmaz. İlla bir mağazaya girmek lazım, illa cüzdana dokunmak lazım. Buna inandırıldığınız zaman bir süre sonra, hayatın maddi değerlerini karşılamak üzere iş hayatında daha uzun süreler geçirmeye başlarsınız ve iş hayatında geçirdiğiniz daha uzun saatler daha büyük suçluluk duyguları yaratır. Çünkü sevgilerinizden daha çok uzak kalmaktasınızdır. Sevdiklerinizden daha çok uzak kaldığınız zaman bu boşluğu telafi etmek için yine mağazalara koşar ve onlara bir şeyler alırsınız. Çok enteresan bir kısır döngü ve kapitalist çarkın cebini ziyadesiyle dolduruyor. Bizi ise anlamdan muaf, yalnızca anlık hazlar doğrultusunda yaşayan anlam için uğraşamayan insanlar olarak robotlaştırıyor. Günümüz toplumunda yaşanan bu sıkıntı bizi sadece tüketim insanı kılmakla sığlaştırmıyor, aynı zamanda teknolojinin elinde de bir oyuncak haline getirerek bizi anlamadan muaf bırakıyor. Özellikle internet bazlı modern teknolojiler de insanı anlamdan soyan en temel faktörlerin başında geliyor. Çünkü anlamı sağlayan temel kaynaklarından birisi, hepimiz için ait olma, sevme, sevilme, bu dünyada hissedildiğimizi hissetme arzusu. Hepimiz sevdiklerimizin, bir başkasının yüzünden, kendi hikâyemizi okumak isteriz. Neden insanlar sohbet eder, birbirine hikâyesini anlatır, bir cemiyet etrafında birleşir? Hikâyelerimizi paylaşmak, kendimizi anlatmak, bir başkasının hikâyesine ortak olmak isteriz ve bir ortak duyguya paydaş olmak isteriz. Bu, tekinsiz, emniyetsiz, garantisiz dünyada bizi biraz daha mutlu ve emniyetli kılar. ŞEHİRDE REKABETÇİ HAYAT!Günümüzde şehirler büyüdükçe o emniyet hissi de gittikçe azalıyor. Desmond Morris'in İnsanat Bahçesi isimli kitabında şöyle bir ifade geçiyor; "Bizler şehir hayatına, hayvanların hayvanat bahçesine tıkıştırılması gibi tıkıldık, tıkıldıkça da birbirimize karşı tavırlarımız değişti." Çünkü daha kırsal alanlarda insanların mekânı, uzayı daha geniş olarak algıladıkları, hayatı daha rahat yaşadıkları, zaman konusunda baskı hissetmedikleri ortamlarda, yollar daha az kesiştiği, birbirleriyle daha az yüz yüze geldikleri için daha az sürtüşme vardır. Şehir hayatında ise her birimiz ötekinin rakibi haline geliyoruz. Örneğin iki kişi aynı anda bir otobüse bindik bir tane boş koltuk var, otomatikman birbirimizin rakibi haline geliyoruz ve kim önce hareket ederse koltuğa oturuyor. İçten içe ayakta kalan kızıyor, öfke duyuyor, bazen dışa yansıyor. Yaratılışa, fıtrata aykırı olan her şey bir şekilde bedende bir tepki uyandırır. Modern teknoloji ve kapitalist sistem bizim ait olma ihtiyacımızı bir yalana bir hayale dönüştürüyor. Yüz yüze olduğumuz zaman kuracağımız iletişimi bir kablonun diğer ucundan da kurabileceğimiz yanılsaması ile bizi birbirimizden soyutluyor. Bugün ilişkilerimizi sosyal ağlar üzerinden hatta aynı evlerde yanımızdaki insanlardan ziyade teknoloji ile haşır neşir olarak tatmin etme girişimi tamamen bir yanılgıdan ibarettir. Çünkü ilişkiler, emek vermeyi, fedakârlığı, yüz yüze, göz göze bakmayı, konuşmayı, omuz omuza durmayı gerekli kılar. Fedakârlık gereksinmeyen, sınanmamış bir arkadaşlık dostluk denemesidir. Günümüz ilişkileri hatta evlilikleri çok kolay kuruluyor, emek verilmiyor bazen tek taraflı emek söz konusu oluyor, zamanın örsünde dövülmüyor dolayısıyla çok çabuk vazgeçilen bir meta zannedilebiliyor. Bu da bizi ortak hikâyelerden ortak sohbetlerden yüz yüze iletişimden temastan alıkoyduğu için insanı bir anlam üretme çabasından uzaklaştırıyor. Çünkü insan, hikâyelerle anlam üretir. İnsan kendisini hikâye edebilen bir varlıktır. Hepimiz kendimizi hikâye ederiz. Edebiyat ile hiç işim olmaz diyenler dahi kendini ya da başkalarını hikâye eder. Hikâyelerimiz olmazsa kendimizi ve ötekilerini tanıyamayız. Victor Frankl'ın logo terapi isimli psikoterapi ekolünde, "İnsanın temel meselesi hayatını niçin yaşadığını bulmaktır” diyor. Bilim, anlam konusunda bize kılavuzluk etmiyor, hayatı nasıl yaşamamız gerektiğini söylüyor. Fakat “niçin” yaşamamız gerektiğini söylemiyor. Niçin sorusu daha çok maneviyatın, dinin, felsefenin disiplini arasında cevaplanan sorular. Bütün kötü şartlara, ihanetlere, aşağılamalara, yokluklara, zorluklara rağmen ümidini diri tutanlar ve ben şunun için bu acıları çekiyorum diyen insanlar hayata daha sıkı tutunuyorlar. Mesele, insanın çektiği acılar dinip, geriye baktığında, ‘Ben bu acıları şunun için çektim’ deyip bir anlam çıkarabiliyorsa o zorluktan büyüyerek, gelişerek çıkıyor. Buna psikolojide de travma sonrası büyüme adı veriliyor. Çünkü acı geriye atmadı bilakis "yiğit düştüğü yerden doğruldu". Yenilenildi, dersler alındı. Hayata gaybî kuvvetlerin tesirini de dâhil edebildiğimiz zaman hayat biraz daha anlamlanıyor. Biz modern hayatta, gaybın tesirini maalesef görmek istemiyoruz ya da hayatımızda yer açamıyoruz. Sanki gözle görülmeyen âlem yokmuş gibi davranıyoruz. Dolayısıyla gaybî olanın etkisini hiçe sayıyoruz. Oysa bugün Kuantum Fiziğinde dahi gerçekliğin yalnızca görülen gibi olmadığını, görülen şeyin ötesinde bambaşka şeylerin olabileceği tartışılıyor. Metafizik ilkeler, belâ ve mihnetinde ötelerden gönderildiğini, onlara sabretmenin asıl olduğunu, kendinizi uyuşturmamanın gerekli olduğunu söyler. Günümüz toplumuna bazı yazarlar anestezi çağı adını veriyorlar. Zira elimize geçen her fırsatla kendimizi uyuşturuyoruz. Şu an da en büyük uyuşturucumuz her an her yerde çevrimiçi olmak... Bu da bizi bir şeye derinlemesine, aşk ile şevk ile dikkatimizi vermekten alıkoyuyor. Güzel olan, kayda değer olan, anlamlı olan hiç bir şey bizim dikkatimiz olmadan büyüyemez, serpilemez. Bir şey ancak ve ancak bizim dikkatimizi çekmekle, bizi içine almakla, bizi içinde tutmakla DEĞERLERİMİZE RİAYET EDEREK YAŞAMAKTapduk Emre'nin, Yunus'a, "Dergâha şu kadar sene eğri odun taşımayacaksın!” dediği gibi bir nefs terbiyesi. İnsan ilk başlarda bunu fark edemeyebilir. Ama zaman geçtikçe o şeyin içine çekilir ve ayrıntıların güzelliğini fark etmeye başlar. İnsan bir gaye ve anlam doğrultusunda yaşarsa, hayatını dönüştürebilir. Çünkü varoluşçuların söylediği gibi: "İçimizde yaşanmadan bekleyen bir hayatın suçunu duyarız."  Bizler ancak değerimiz doğrultusunda yaşayabilirsek anlamlı bir hayat yaşarız. Değerlerimizin fevkinde, değerlerimize riayet etmeksizin yaşarsak içi boş ve yüzeysel bir mutluluğa kendimizi hapsederiz. Mutluluk dediğimiz şey, “benim" tatmin olmam ise eğer, bugün çok insan mutlu olduğunu söyleyebilir. Müreffeh toplumlarda mutluluktan geçilmiyordur öyle ise! Büyük arabalara biniyorlar, büyük evlerde yaşıyorlar, savaş korkuları yok, terör korkuları yok, canları kutsal, ülkelerinde ihtilal düzenlemeye kalkışanlar yok dolayısıyla çok mutlu olmaları gerekiyor. Fakat öyle değil. Refah toplumlarının daha mutlu olmadığını üç şeyden anlıyoruz. Birincisi intihar, depresyon ve suç oranları. Müreffeh toplumlarda da bu oranlar oldukça yüksek. Neden refah göstergelerinin yüksek olmasına rağmen mutluluk artmıyor? Çünkü hayat tüketmekten ibaret ve anlam yok. Anlam, insanı aşan bir şeydir. Binden önceki kuşakları aştığı gibi bizi de kuşatan zaman ötesi bir şeydir. Anlam, bizim kişisel benliklerimizin fevkinde, menfaat ve çıkarlarımızı aşan, daha büyük bir idealdir, mefkûredir. Başka insanların hayatlarına ışık tutmak, iyileştirmek, Allah’ın rızasına uygun hareket etmek, daha güzel, merhamete dayalı, adaletli bir toplum inşa etmeye çalışmaktır. Düşmüş olanı, sırtı yerine gelmiş olanı yerinden kaldırmaya yardımcı olmak, iyiliği sevmek, hizmeti sevmek... Çünkü insan, kendi benliğini küçülttükçe anlamı büyütür. ‘Sevgi’ diyor Eric From, “almaktan çok vermektir”. Verebilen insan sevgi dolu bir insandır. Günümüz toplumunda narsizm o kadar dorukta ki hepimiz her şeyi hak ettiğimizi zannediyoruz. Sevgiyi önce biz hak ediyoruz, önce bizim konuşmamız bizim dinlenilmemiz lazım, önce bizim haklarımız önde gelir. Oysa kimse sorumluluklardan bahsetmiyor. Ben bu dünyaya ne borçluyum? Ben sevdiklerime ne borçluyum? Ben neler katabilirim? Benim sorumluluğum neler? Bu soruları sorabildiğimiz ölçüde anlama dokunabiliriz. Bir başkasının yenilgisinin benim zaferim olduğu bir dünya, insanlık için felakettir. Anlamın büyümesi için kendi nefsimizi küçültmemiz lazım. Ne kadar başkalarına dokunursak, yatay düzlemde kurduğumuz ilişkiler ne kadar kaliteli olursa, o kadar anlamı büyütüyoruz. ZAHMETİ VE MİHNETİ GÖZE ALABİLENLER…Vermekten, hayırdan, iyilikten, güler yüzden, tatlı dilden, cömertlikten geri durmadığımız kadar anlamı büyütüyoruz. Kuşların ülkesindeki kıtlıktan sonra kuşlar bir araya toplanıp padişahları Anka'nın ülkesine bir sefer düzenlerler. Binlerce kuş, kafileler halinde yola çıkar yokluk vadisi, kıtlık vadisi gibi yedi ayrı vadiden geçerler ve her geçtikleri vadide belâlar gelir ve her vadide kuşlar teker teker ayrılmaya da başlar. Sonunda padişahın huzuruna vardıklarında otuz kuş kalmışlardır. Anlarlar ki, o toplumun efendileri kendileridir. Zahmeti ve mihneti göze alabilenlerdir, efendiler! Hayatlarımızda kendi kendimize doğru sorular sorabilirsek, kendimizi uyuşturarak yaşamaz isek kendi kendimizi, nefsimizi, egonuzu büyütmenin zindanına hapsolmaz isek bir anlam üretme şansına sahibiz. Kendi nefsimizi ululayarak, kendi nefsimize tapınarak ancak sığ narsistler hâline geliriz. Yaratılış gayesinden uzaklaşmış kullar oluruz. İnsan anlam üretmek istiyorsa, yitip gitmeyecek ezeli değerlerin peşinde koşmalı! Kaynakça: Victor Frankl – İnsanın Anlam Arayışı Desmond Morris- İnsanat Bahçesi Erich From – Sevme Sanatı

Mahallenin altından geçen tren bir asırdır hizmet veriyor

15 Eylül 2023 at 04:30
Balıkesir'in Bandırma ilçesinde evlerin altından geçen tren tüneli, bir asrı aşkındır kullanılıyor. Liman ile Ordu caddeleri arasında Paşabayır Mahallesi'nin altından geçen 333 metre uzunluğundaki tünelin inşaatı 1865 yılında başladı. Tünel, 1911 yılında Bandırma-İzmir demiryolu yük taşımacılığı için hizmete girdi. Anadolu tren yolu ağı içinde çok önemli bir yere sahip olan tünel, gerek yük taşımacılığı gerek yolcu taşımacılığı açısından ülke ekonomisine katkı sağlıyor. Bandırma'da hemzemin geçit bekçiliği yapan Oktay Ayyıldız, AA muhabirine, ailece yıllarca demiryollarında çalıştıklarını belirtti. Mesleğini severek yaptığını anlatan Ayyıldız, "Demiryolunu seviyorum. Demiryolcular asla 'demiryolcuyuz' demez, 'trenciyiz' derler" diye konuştu. Paşabayır Mahallesi Muhtarı Belgin Şentürk de çocukluğunun tünel, tren yolu ve tren üçlüsü üzerinde geçtiğini dile getirdi. Tünele ilişkin anılarından bahseden Şentürk, "Çok enteresandır, misafirliğe gelen dostlarımız akrabalarımız, trenin sesinden uyuyamadıklarından şikâyet ederler, bizim neden bundan şikâyet etmediğimize şaşar kalırlardı. Oysa tünelden gelen o ses bize ninni gibi gelirdi" dedi. Mahalle sakinlerinden Ömer Uğur da tünelin şehre ayrı bir hava kattığını ifade ederek, "Tüneli ve geçen trenleri yakından izlenebilecek Bandırma Belediyesi tarafından bir seyir terası düşünülmekte. Gerçekleşirse insanlar trenleri daha yakından izleme fırsatı bulacaklar" ifadelerini kullandı.

Dünyanın en büyük Hilye-i Şerif'i Amasya’da sergilenmeye başlıyor

14 Eylül 2023 at 17:49
Hattat Mahmut Şahin tarafından yazılıp Bursa’da sergilenen 6,5 metre boyunda ve 3.5 metre enindeki dünyanın en büyük Hilye-i Şerif'i Amasya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Hakkı Turabi’nin girişimleriyle, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce Amasya İl Müftülüğüne tahsis edilen Sultan II. Bâyezid imaretinde 15 Eylül cuma namazına müteakiben sergilenmeye başlıyor. Konuyla ilgili bir açıklama yapan Amasya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Hakkı Turabi, “Hilye-i Şerif, Hz. Peygamber (sav)'in fiziksel özelliklerinin, karakterinin, insanî ve ahlâkî niteliklerinin, tavır ve hareketlerinin Hz. Ali tarafından Arapça sözlerle anlatıldığı, hat olarak yazılan, bir forumdur. Dünyanın en büyük Hilye-i Şerif'i 2017 yılında Hattat Mahmut Şahin tarafından yazıldı. Bu Hilye-i Şerif 6,5 metre boyunda ve 3.5 metre eninde. Hattat Mahmut Şahin kendini hat sanatına adamış, Hz. Peygamber (sav) aşığı, Ehl-i beyt aşığı bir kardeşimiz. Bursa’da sergilenen Hilye-i Şerif'in Amasya’da sergilenmesi için Üniversite olarak girişimlerde bulunduk, kendisiyle görüştüm. Hattat Mahmut Şahin, ‘Hilye-i Şerif’i memnuniyetle veririz’ dedi. Amasya İl Müftümüz Durmuş Ayvaz hocamızı aradım. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce Amasya İl Müftülüğüne tahsis edilen Sultan II. Bâyezid imaretinde sergilenmesine karar verildi. Hilye-i Şerif’in, çok büyük ilgi ve turist çekeceğini özellikle hattatların Amasya’ya bu sanat eserini görmeye geleceğini düşünüyoruz. 6,5 metre boyunda ve 3.5 metre eninde 7 parça halindeki Hilye-i Şerif’in Bursa’dan Amasya’ya nakliyesini ise Kuveyt Türk Katılım Bankası sağladı. Hattat Mahmut Şahin’e, Amasya İl Müftümüz Durmuş Ayvaz’a, Kuveyt Türk Katılım Bankası’na teşekkür ediyoruz. Dünyada yazılmış en büyük Hilye-i Şerif'i Amasya’mıza hayırlı olsun.” dedi.

"Kubbe-i Hadra"da tarihinin en kapsamlı restorasyonu tamamlandı

14 Eylül 2023 at 04:30
Türkiye'nin en çok ziyaret edilen müzelerinden Mevlana Müzesi'nin simgesi "Yeşil Kubbe" olarak bilinen Kubbe-i Hadra'daki 3 yıl 3 ay süren tarihinin en kapsamlı restorasyonu tamamlandı. AA muhabirinin derlediği bilgiye göre, Mevlana'nın 17 Aralık 1273'te vefat etmesinden bir yıl sonra yapımına başlanan Kubbe-i Hadra, 16 dilimli külah ve turkuaz çinilerden oluşuyor. Bugünkü halini 1396'da alan Kubbe-i Hadra, 1698, 1798, 1816, 1835, 1912, 1949 ve 1964 yıllarında geçirdiği restorasyonların ardından Haziran 2020'de tarihinin en kapsamlı restorasyonuna tabi tutuldu. Konyalı iş insanı Ali Akkanat'ın üstlendiği "Yeşil Kubbe" restorasyonunda, yıpranan, yer yer dökülen çinilerin sökülmesinin ardından Anadolu Selçuklu döneminde yapılan tuğla kubbeye ulaşıldı. Kubbe-i Hadra'nın çinileri ile altındaki tuğla kubbe arasında yer yer 15 ila 18 santimetre kalınlığa ulaşan yaklaşık 100 ton beton ve demir gibi sonradan eklenen yük temizlendi. Bilim Kurulu, müze arşivinde bulunan 1816 ve 1835 yıllarına ait çini örneklerinden yola çıkarak, mavi turkuaz tonundaki çinilerin yeniden üretilmesine karar verdi. Yeşil Kubbe restorasyonunda kullanılan İznik usulü sır altı tekniğiyle yapılan taş çiniler, 1396'dan sonra ilk defa Konya'da el emeğiyle üretildi. DEFORMASYON NEDENİYLE YENİLEME ÇALIŞMALARI TEKRAR BAŞLADISöz konusu dönemde yaklaşık 1,5 yıl süren çalışmaların ardından kubbenin örtüsü kaldırıldı, iskele sökülmeye başlandı. Hazreti Mevlana'nın 748. Vuslat Yıl Dönümü Uluslararası Anma Törenleri için şehre gelen yerli ve yabancı turistler, bu süreçte Kubbe-i Hadra'yı yeniden görebildi. Ancak Yeşil Kubbe, 2021 yılının Aralık ayında açılmasından kısa bir süre sonra çinilerin dökülmesi ve farklı deformasyonlar nedeniyle restorasyon çalışmaları tekrar başladı. Henüz iskeleler sökülmeden yaşanan olumsuzluk nedeniyle Bilim Kurulu, kubbedeki mevcut çinilerin yeniden sökülmesine karar verdi. Elde üretilen yaklaşık 8 bin 500 parça çini, Horasan harcı kullanılarak yeniden tamamlandı. Örtüsü kaldırılan Kubbe-i Hadra'da inşaat iskeleleri de söküldü. Konyalılar ile Mevlana'yı ziyarete gelen yerli ve yabancı turistler, Konya'nın simgesi Kubbe-i Hadra'yı yeniden görmenin mutluluğunu yaşıyor. "DÜNYANIN HER YERİNDEN MİSAFİRLERİMİZİ KONYA'YA BEKLİYORUZ"Mevlana Meydanı'nda 20 yıldır esnaflık yapan Ali Turhan, "Kubbe-i Hadra, Mevlana Müzesi'ne değer katan en büyük görsellerden biri. İçerideki maneviyat önemli ama Kubbe-i Hadra olmayınca ziyaretçiler de üzülüyordu. Turistler kubbeyi göremeyince müzenin yerini de bilemiyor, bize soruyorlardı. Şimdi çok güzel oldu" dedi. Esnaftan Mustafa Temiz, Konya'nın simgesi Mevlana Müzesi'nin simgesi olan yeşil kubbenin açılmasından memnuniyet duyduklarını söyledi. Turgut Yılmaz da, "Ziyaretçiler 'Ne zaman açılacak?' diye soruyordu. Yeniden açıldı. Dünyanın her yerinden misafirlerimizi Konya'ya bekliyoruz. Çalışmaların nasıl tamamlanacağını merak ediyordum. Çok güzel oldu" ifadesini kullandı.

Keşif Dergisi, yeni yayın dönemine başladı

14 Eylül 2023 at 04:30
Anadolu Gençlik Derneği (AGD) Genel Merkez Ortaokullar Komisyonu tarafından 6 yıldır düzenli bir şekilde hazırlanan Keşif Dergisi, birbirinden farklı içerikleriyle yeni yayın dönemine girdi. Yeni yayın dönemiyle ilgili Millî Gazete’ye açıklamalarda bulunan Keşif Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Eğitimci Yazar Hasan Uzun, “Dergimizdeki yenilikler ve geliştirmeler bitmeyecek, artarak devam edecek” dedi. Yaklaşık 6 yıldır Anadolu Gençlik Derneği Genel Merkez Ortaokullar Komisyonu tarafından hazırlanan ve her ay binlerce çocukla buluşturulan Keşif Dergisi, yeni yayın dönemine yeniliklerle girdi. Dijital Çağ olarak adlandırılan bu dönemde çocukları internet ve sosyal medyanın kötü yanlarından uzak tutmak isteyen AGD Ortaokullar Komisyonu, Keşif Dergisi’ndeki birbirinden renkli ve eğitici içerikleriyle çocukların milli ve manevi gelişimini destekliyor. Yeni dönemde sayfa sayısı 32’ye çıkartılan dergide Sahabe İklimi, Bulmaca ve Resfebe, 4x4, Masal, Ayın Müziği, Ayın Salih Ameli, Hikâye, Eğitsel Oyunlar, Asım ve Maceraları, Anadolu Kaşifleri çizgi romanı gibi birçok bölüm bulunuyor. Keşif Dergisi’ne ulaşmak isteyen aileler kendilerine en yakın AGD şube ve temsilciliklerinden temin edebilir. “DERGİMİZDEKİ YENİLİKLER VE GELİŞTİRMELER ARTARAK DEVAM EDECEK”Derginin yeni yayın dönemi ile ilgili açıklamalarda bulunan Keşif Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Eğitimci Yazar Hasan Uzun, “71. sayımızdan itibaren yeni dönemde yeni içerik ve yeni yazarlarla çocuklarımızla buluştuk. Keşif Dergisi’ni inşallah kısa zamanda dergi bayilerinde ve internette de bulunabilecek şekilde okurlarımıza ulaştıracağız. Dergimizdeki yenilikler ve geliştirmeler bitmeyecek, artarak devam edecek” ifadelerini kullandı. Haber: Ahmet Bilgiç

Ankara genç yazarlar yetiştirmeye devam ediyor

13 Eylül 2023 at 18:02
-Yazar olmak isteyen gençler için büyük fırsat Ankara Valisi Vasip Şahin ve TYB Genel Başkanı Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan'ın yakından takip ettikleri, edebiyat konusunda yetenekli ve yazar olmaya istekli öğrencilerin katıldıkları projenin ilk iki döneminde 730 öğrenci deneme, hikâye, roman ve şiir türlerinde ücretsiz atölye eğitimlerine katılarak belge almaya hak kazanmışlar, yazdıkları eserler de kitap olarak yayınlanmıştı. Atölye kapsamında gençlere yazma süreci, karakter oluşturma, metin yazma teknikleri, dil bilgisi kuralları, yazı kurgulama ve uygulama teknikleri başta olmak üzere yazma becerilerini geliştirmeye yönelik eğitimler veriliyor. Yazma yolculuğuna çıkacak gençlerin karşılaştıkları sorunlara çözüm önerileri getirmek amacıyla; eğitim süresince bilgi, deneyim ve tecrübelerinden faydalanmaları için yazar adayları usta yazarlarla da bir araya geliyorlar. -Üçüncü dönem başvuruları devam ediyor Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi’nin paydaş olarak destek verdiği 2023-2024 dönemi yazarlık eğitimi öğrenci başvuruları, 4 Eylül 2023 tarihinde başladı ve 20 Ekim 2023’e kadar devam edecek. Bu yıl başvurular okul idareleri aracılığıyla yapılıyor. Ayrıca, projede görev almak isteyen öğretmenler ise 13 Ekim 2023 tarihine kadar başvuruda bulunmaları gerekiyor. -Eserler kitaplaştırılacak Proje kapsamında 76 saat sürecek atölye çalışmalarının sonunda yazar adayı öğrencilerin şiir, deneme ve hikaye türlerinde yazdıkları eserler kitap olarak yayınlanacak.

Kayseri'de "Son Ustalar" konulu fotoğraf sergisi açıldı

13 Eylül 2023 at 16:53
Erciyes Kültür Merkezi'ndeki serginin açılışını, Erciyes Üniversitesi (ERÜ) Rektörü Prof. Dr. Fatih Altun, Kayseri Ticaret Borsası Meclis Başkanı Mehmet İştahlı, ERÜ Rektörlük Güzel Sanatlar Bölüm Başkanı Nihal Şengün yaptı. Sergide, fotoğraf sanatçılarının Türkiye'nin birçok ilinde çektiği demirci, keçeci, yemenici ve halıcı gibi farklı mesleklerin son temsilcilerinin yer aldığı, 35 fotoğraf yer alıyor. ERÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Görevlisi Uğur Aydın, gazetecilere yaptığı açıklamada, 2021 yılında Kayseri Ticaret Borsası ile ulusal çapta bir fotoğraf yarışması düzenlediklerini, bu yarışmadan ödül alan fotoğrafları Ahilik Haftası dolayısıyla sergide bir araya getirdiklerini belirtti. Sergiye "Son Ustalar" adını verdiklerini aktaran Aydın, "Gördüğünüz ustaların pek çoğu hayatta değil ya da sanatını icra edemiyor. Türkiye'nin hemen hemen her bölgesinden ustamız var." dedi. Sergi, 15 Eylül Cuma gününe kadar ziyarete açık olacak.

Aşık Veysel, aramızdan ayrılışının 50. yılında 25 bin avuç toprakla Bodrum’da anıldı

10 Eylül 2023 at 16:17
32058 numaralı Cumhurbaşkanlığı Genelgesi ile 2023 yılı “Aşık Veysel” yılı ilan edildi. UNESCO tarafından da Uluslararası Anma ve Kutlama Yıl Dönümleri Programına alındı. Bu gelişme Aşık Veysel’in sadece yerel değil, aynı zamanda evrensel değerlerimizi yansıtan kıymetli sanatçılarımızdan biri olduğunu tüm dünyaya kanıtlarken, sanatçı için Muğla, Bodrum’da anma organizasyonu düzenlendi. Proje Lideri ve Fotoğraf Sanatçısı Cumhur Aygün ise konuya dair şunları söyledi: “Bu kadar değerli bir organizasyonun parçası olmaktan büyük bir mutluluk duyuyoruz. Etkinlik için Sia Familia’yı seçmemizin en önemli nedeni, sahip olduğu doğal, tarihi dokusu ve birçok medeniyetin beşiği olması. Yüzlerce yıllık ağaçların çevrelediği, huzur veren doğasıyla 50 dönümlük bir arazide oluşturulan performans alanı, bundan sonra da birçok sanatsal etkinliğe ev sahipliği yapacak. Bodrum’a değer katan, doğayla iç içe bu ortamda ilk sanatsal etkinliği gerçekleştirmiş olmanın gururunu yaşıyoruz. 2 ay boyunca ön hazırlıklarını yaptığımız çalışma yaklaşık 5 günde 20 kişilik bir proje ekibiyle hayata geçti. Aşık Veysel Kara Toprak Projesi, 25x35 metre ebatlarında toprakla oluşturulan ilk dev portre olma özelliği taşıyor. Aşık Veysel’in aramızdan ayrılışının 50. yılında, 25 bin avuç kara toprakla portresini hazırlamak, ustaya minnetimizin büyük bir göstergesi.” “Kara Toprak türküsü, bir bütün olan evren anlayışının tipik bir örneğidir” Aşık Veysel’in on bir kıtadan oluşan Kara Toprak şiiri, “Dost dost diye nicesine sarıldım” dizesiyle başlar. Kara Toprak da, diğer türkülerinde olduğu gibi, Aşık Veysel’in her bakımdan ermiş, bilge kişiliğini yansıtır. Değerli ozan, kendinden çok diğer canlıları, insanları, hayvanları, çevreyi ve doğayı düşünür. Türkülerinde aşk, Allah, insan, doğa ve memleket sevgisi; üretmek, paylaşmak, insanlığa değer katmak ve insanın dünyadaki faniliği gibi konuları işler. Kara Toprak türküsünde de, insanın fani dünyada anne babasının, eşinin, sevdiğinin, dostunun bile ihanetine uğrayıp hayal kırıklığı yaşayabileceğini, onu yarı yolda bırakmayacak yegane varlığın “sadık yâri kara toprak” olduğunu vurgular. Nihayetinde her şey bittiğinde, tıpkı ana rahmindeki sıcak bir karanlığa uzanır gibi, yine kara toprağın koynuna kavuşuruz. Aşık Veysel’in anlattığı “kara toprak” yekpare bir bütün olan evren anlayışının tipik bir örneğidir.

Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi'nde restorasyon çalışmalarına başlandı

10 Eylül 2023 at 04:30
Kültür ve Turizm Bakanlığı Vakıflar Genel Müdürlüğü ile Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi'nde kapsamlı restorasyon çalışması başlatıldı. Bakanlıktan yapılan açıklamaya göre, Bilim Kurulu himayesindeki ikinci etap restorasyon çalışmasında, cami ibadete ve ziyarete açık olacak. İkinci etap restorasyonu kapsamında, minareler dâhil bütün binanın deprem güvenliği belirlenerek gerekli güçlendirme çalışmaları yapılacak. Caminin dış cephelerinde beton harç temizliği ve cephelerde üç boyutlu tarama ile belgeleme işlemi gerçekleştirilecek. Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi'nin birinci etap restorasyonunda, II. Mehmet Türbesi, II. Selim Türbesi ve Muvakkithane'de gerekli çalışmalar yapılmı ştı.

Vaniköy Camii, İstanbulluların uğrak yeri oldu

10 Eylül 2023 at 04:30
İstanbul'da çıkan yangın sonrası yenilenen iç ve dış mekanlarıyla beğeni toplayan Vaniköy Camii'nin ziyaretçileri, ibadet etmenin yanı sıra kütüphanede kitap okuyup boğaz manzaralı bahçesinde keyifli vakit geçirme imkanı buluyor. Boğaz kıyısında bulunan tarihi mekanın restorasyonu, Kalyon Vakfı ile İstanbul Vakıflar 2. Bölge Müdürlüğü ve Mehmed Vani Vakfı arasında imzalanan "Restorasyon Protokolü" kapsamında gerçekleştirildi. Halk arasında Vaniköy Camii olarak bilinen Vani Mehmed Efendi Camii, huzurlu iç mekanı, bahçesi ve kütüphanesiyle kısa sürede İstanbulluların uğrak yerlerinden biri haline geldi. 15 Kasım 2020'de çıkan yangında zarar gören ve yapılan kapsamlı restorasyonun ardından bir süre önce yeniden ibadete açılan cami ve kütüphanesini her gün pek çok kişi ziyaret ediyor. Mekana gelenler hem camide namazlarını kılıyor, kütüphanede kitap okuyor, ders çalışıyor hem de boğaz manzaralı bahçesinde keyifli vakit geçiriyor. "OLDUKÇA SADE BİR MİMARİ ÜSLUP GÖRÜLÜYOR"Yapıda gerçekleştirilen çalışmalara ilişkin AA muhabirine açıklama yapan Mimar Tuğba Tetik Kurt, restorasyon projesinin mimari kontrolörlüğünü üstlendiğini dile getirdi. Osmanlı Padişahlarından Sultan 4. Mehmed'in öncesinde papaz korusu olarak bilinen bölgeyi, Türk köyü kurması için Vani Mehmet Efendi'ye bağışladığını anlatan Kurt, "Bu bağış üzerine Vani Mehmet Efendi 1665 yılında bu eseri yaptırmıştır. Eserde oldukça sade bir mimari üslup görülmektedir" dedi. Vaniköy Camii'nin mimarisine ilişkin bilgiler paylaşan Kurt, şunları kaydetti: "Harim mekanı kare planlıdır. Mekanın kuzeyinde ahşap direkler üzerinde kurulu bir mahfil kat bulunmaktadır. Eserin oldukça sade, yarım yuvarlak nişli bir mihrabı vardır. Bu bahsettiğim bölgesi kagir duvarlar üzerinde yükselmektedir. Bu özgün olan bölüme Sultan 1. Mahmud zamanında hünkar mahfili ilave edilmiştir, burası da ahşap strüktürlüdür. Eserin kuzeybatı yönünde tuğla gövdeli sıvalı bir minaresi vardır, özellikle tek şerefeli ve tek şerefesinin altında yaprak motifleriyle ve kurşun külahının altındaki girland motifleriyle dikkat çekmektedir." "YENİDEN İHYA EDİLEREK İBADETE AÇILDI"Kültür ve Turizm Bakanlığı Vakıflar Genel Müdürlüğünün koruma ve mülkiyetinde olan eserin Kalyon Vakfı sponsorluğuyla yeniden ihya edildiğini aktaran Kurt, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın katılımıyla 16 Haziran 2023'te eserin ihya edilmiş şekliyle yeniden ibadete açıldığını ifade etti. Kurt, restorasyon sürecinin daha çok renove süreci olarak devam ettiğini belirterek, şöyle devam etti: "Eserin bir kısım kagir duvarları ve moloz taş duvarları yangından sonra ayakta kalmayı başarmıştı ama ahşap olan kısımlarında yeniden ihya ve özgüne uygun ayağa kaldırma çalışmaları yapılması gerekiyordu. İstanbul Vakıflar 2. Bölge Müdürlüğünün yangından bir yıl önce buranın lazer tarama yöntemiyle üç boyutlu çalışmalarını yapmış olması rölevelerini çıkarmış olması bize restorasyon aşamasında çok yardımcı oldu. Bu veriler ışığında biz yangının önce izlerini hafızalardan silmek için kolları sıvadık ve hünkar mahfili bölümünde ilk olarak çalışmalarımıza başladık, burada yangından oldukça hasar almış olan, dökülmüş durumda olan sıvaları kaldırdığımızda hünkar mahfilinin özgün, orijinal ahşap oymalı, başlıklı dikmelerine ulaştık. Bu şekilde yapının tamamında bu şekilde iz sürmeye başladık. İz sürdükçe ve yapının sıva raspaları tamamlandıkça altından son cemaat mahfili bölümünde özellikle önem arz eden nitelikli kalem işi bezemelere ulaştık. O bezemeleri özgün olanlarını yerlerinde muhafaza ettik ve onaylı projesine uygun şekilde olmayanlarını tamamladık. Son cemaat mahali şu anda tüm sadeliğiyle, bezlemelerin de mekana katmış olduğu etkiyle hoş bir görünüme sahip." "SIBYAN MEKTEBİNE KÜTÜPHANE İŞLEVİ VERİLDİMimar Kurt, yapıdaki restorasyon çalışmalarının tamamının projesine uygun olarak gerçekleştirildiğine dikkati çekerek, hünkar mahfilinin alt katındaki sıbyan mektebine de kütüphane işlevi verilerek tüm halkın ve kitapseverlerin hizmetine açıldığını dile getirdi. Kütüphanede muhtelif konularda yaklaşık 1.600 eser yer aldığını ifade eden Kurt, "Biliyorsunuz eski eserlerin yaşayabilmesi için kullanılmaları gerekiyor. Gelecek nesillere aktarılabilmeleri için kent çeperleri içerisinde işlevsiz kalmış mahaller olarak kaderine bırakılmamalı diye düşündük ve yeniden işlevlendirmeyle bunu hayata geçirdik. Özellikle genç kesimler burayı çok tercih edip kullanıyorlar ama tüm kitapseverlerin kullanımına açık" değerlendirmesinde bulundu. Kurt, Vaniköy Camii'nin deniz kenarında konumlanan bir 'Yalı Cami' olduğunu anımsatarak, duygularını şöyle ifade etti: "İstanbulluların hem ibadet amacıyla gelebileceği, hem kütüphanemizde ilim, irfan üretilebileceği hem de boğaz havasını içlerine çekebilecekleri huzur bulabilecekleri bir ortam oluşturduk. Restorasyon uygulaması tamamlandıktan sonra kendim ibadet etmek için de vakit namazımda buraya geldim, huşu içinde ibadetimi yerine getirdim ve çok mutluluk duydum." Restorasyon aşamasında hünkar mahfilinde yapılan raspalar sonrasında ulaşılan bazı ahşap dikmelerin daha sonra caminin avlusunda teşhir amaçlı koruma altına alındığı bilgisini veren Kurt, "Başlıklardan birkaçını da kütüphanenin bir yerinde kullandık. Diğerlerini de yeniden birebir ölçeğinde imal ederek özgün plan şemasında bulundukları yerlerde konumlandırdık" bilgisini verdi. Kurt, restorasyon aşamasında yangından kurtulan bazı parçaların muhafaza edilerek caminin avlusunda teşhir amaçlı koruma altına alındığını aktararak, "Türkiye'de bir Yalı Camii olarak en güzel manzaraya sahip eser olduğunu düşünüyorum ve restorasyon sürecinde de geleneksel çizgilerden çıkmadan, çağdaş dokunuşların yapıldığı en başta gelen örneklerden bir tanesi olduğunu düşünüyorum"
diye konuştu.

Kâşif il il keşfediyor

9 Eylül 2023 at 04:30
81 ilde teşkilatı bulunan Anadolu Gençlik Derneği’nin (AGD), Ortaokullar Komisyonu’nca Kâşif Grupları adı altında gençlerle her hafta buluşuluyor. Kur’an-ı Kerim, İlmihal, Akait, Siyer, Öncü Şahsiyetler gibi konular ortaokullu gençlerle işlenirken her buluşmada; halı saha, masa tenisi, langırt, basketbol, satranç, Play Station gibi etkinlikler de yapılıyor. KÂŞİF MASKOTU ÇOCUKLARI ZİYARET EDİYORAGD Ortaokullar Komisyonu ile özdeşleşen Kaşif karakterini artık bir maskot olarak da görmek mümkün. Ortaokullar Komisyonu bünyesince AGD şubelerini gezen Kâşif, şimdiye kadar Sakarya, İstanbul, Sivas, Giresun, Eskişehir ve Şanlıurfa şubelerini ziyaret etti. Şubelerin Yaz Etkinlikleri’ni ve Yaz Etkinlikleri Kapanış Şölenleri’ni ziyaret eden Kâşif, çocuklarla bol bol fotoğraf çektirdi. Sakarya’da çocuklarla GoKart’a katılan Kâşif, İstanbul’da yüzlerce çocuğun katıldığı Cami Şöleni’nde, Sivas’ta piknikte, Giresun ve Eskişehir’de ise Yaz Etkinlikleri Kapanış Şölenleri’nde idi.

Nuruosmaniye Camii'ni altyapısı ayakta tutuyor

9 Eylül 2023 at 04:30
Fatih'teki Nuruosmaniye Camii, inşası sırasında sulak zemini sağlamlaştırmak için yapılan altyapı sayesinde yaklaşık 270 yıldır ayakta duruyor. Kentin şiirlere konu olan yedi tepesinden birinde bulunan cami, yaklaşık 270 yıl önce bölge halkının isteği üzerine Fatih'te külliye olarak inşa edildi. İnşa sürecinde caminin eğimli zeminini sağlamlaştırmak için yapılan Nuruosmaniye'nin altyapısı, cami altında biriken suyun Haliç'e dökülmesini sağladı. Altyapı kapsamında yer alan kuyu ise halen biriken suyun dışarıya tahliye edilmesi görevini sürdürüyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce tarihi yapıda yapılan çalışmalara kadar atıl durumda kalan altyapı, camiyle restore edildi. Restorasyon çalışmalarının ardından caminin zeminini güçlü tutmaya devam eden altyapı sayesinde burası sanatsal etkinliklere ve sergilere ev sahipliği yapmaya başladı. AA ekibi, Nuruosmaniye Camii'ni ayakta tutan benzersiz ve güçlü altyapıyı görüntüledi. Arkeolog Murat Sav, Nuruosmaniye'nin sadece cami olarak değil, bir külliye kompleksi olarak inşa edildiğini söyledi. İnşaatın 1749 yılında Sultan Birinci Mahmud döneminde başladığını ifade eden Sav, sultanın vefatının ardından tahta geçen Üçüncü Osman döneminde 1755 yılında tamamlanan yapının bu nedenle "Nuruosmaniye" adını aldığını anlattı. Sav, caminin Osmanlı tarihinde mimarlık açısından özel durumu olduğunu belirterek, barok üslup Batı’da ve özellikle İtalya'da kullanılsa da Nuruosmaniye'nin, Osmanlı'nın kendi yorumuyla değer kattığı ve barok üslupla inşa ettiği en önemli ilk yapı denilebileceğini kaydetti. "SADECE BU KÜLLİYENİN İNŞAATI İÇİN GÖREVLENDİRİLMİŞ BİR KATİP VAR"Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce cami ve altyapısında restorasyon yapıldığını dile getiren Sav, "Aynı zamanda burası Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün mülkü. Çünkü bir vakfiyeye dayalı olarak inşa edildi. Haliyle yaklaşık olarak 260-270 yaşlarında. Tabii burası için özel önem arz eden bazı mühendislik detayları da var. Buranın inşaatına dönük bilgileri dönemin bir kaynağından elde ediyoruz. Öyle ki sadece bu külliyenin inşaatı için görevlendirilmiş bir katip var, Ahmet Efendi. Onun yazmış olduğu güzel de bir risale vardır. Bütün teknik detayları o risalesinde anlatıyor" diye konuştu. Arkeolog Sav, bu risalede Nuruosmaniye'nin altyapısının anlatıldığına dikkati çekerek, caminin yerinde zamanında Fatma Hatun Mescidi adıyla küçük bir dini yapı olduğunu, onarılmaya ihtiyacının bulunduğunu, çevre halkının burada büyük bir cami talebiyle Sultan Mahmud'a başvurduğunu söyledi. Sav, inşaata başlandığında zemin su seviyesinin tespiti için bugünkü avlunun ortasına bir kılavuz kuyu kazıldığını, yaklaşık 17 metre derinliğe inildiğini ve suyun yaklaşık 1,5 metre içinde sert zemine gelecek şekilde, 2 metre 60 santimetre ebadında ahşap kazıkların çakıldığını anlattı. "KUYU VASITASIYLA DA BURADAKİ SULAR TAHLİYE EDİLİYOR"Altyapının Osmanlı döneminde radye temelin uygulandığını aktaran Sav, şöyle devam etti: "Ne yazık ki pek çok noktada, pek çok yerde bu altyapı bir sarnıç olarak tarif ediliyor. Yani buranın görevi küçültülüyor. Aslında zaten burası sarnıç değil. Çok net bir ifadeyle bunu söyleyebiliriz. Hatta zemin suyunun rahatlıkla tasfiye edilmesi, buraya dışarıdan yağmur suları veya herhangi bir yerden sızacak suların tahliye edilmesi için de şu an konuşma yaptığımız yerin yanına da derin bir kuyu açılmış. Bu kuyu vasıtasıyla da buradaki sular tahliye ediliyor." Sav, eski kaynaklardan öğrendiklerine göre Mahmutpaşa Hamamı'nın karşısındaki, üç yüzlü, kurnalı "Acı Çeşme" adıyla bilinen yapıya buradan çıkarılan suyun temizlik yapılması için aktarıldığını vurgulayarak, su tahliyelerinin hep eğim istikametinde Haliç veya ters yöndeyse Marmara Denizi'ne verildiğini, su dağıtım yönteminin de bu şekliyle programlandığını kaydetti. Yapının bulunduğu arazinin eğimli olduğunun altını çizen Sav, "Bu eğimli araziye büyük bir yapı kompleksini oturtacak şekilde teraslama için ister istemez böylesine bir altyapıya ihtiyaç var. Bu, çok eski yıllardan beridir uygulanan bir yöntemdir. Fakat burada abidevi ve su tahliyesini sağlayacak şekilde, o dönem için teknolojisi adına son derece güzel bir yapı inşa edildi. Hem camiyi abidevi bir şekilde göstermesi hem suların tahliyesi açısından önemli bir detay olarak karşımıza çıkıyor" ifadelerini kullandı. "BU HALİYLE İLK DEFA ORTAYA ÇIKARILMIŞ OLDU"Arkeolog Sav, cami ve altyapıda yürütülen restorasyon çalışmalarıyla ilgili şunları söyledi: "Burası restorasyon esnasında içerisi çok uzun yıllar çeşitli moloz atıklarıyla kaplandığından dolayı tahliye edildi. Tahliye edildikten sonra bu haliyle ilk defa ortaya çıkarılmış oldu. Sonra da zaman zaman çeşitli sergilerde, bienallerde değerlendirilmeye başlandı. Ve bu yönüyle de son derece ilgi çeken bir yer haline geldi. Tabii ki Vakıfların da bu yönde eğiliminin olmasından dolayı son derece önemli bir hal aldı. Özellikle Vakıflar Genel Müdürü Sayın Sinan Aksu da tarihi mekânlar, eski eserler konusunda ciddi bir vizyona sahip." Sav, açılışı sırasında bina nazırı Derviş Efendi, bina emini Ali Ağa ve Simon kalfaya hilatlar giydirilerek, törende çeşitli ödüller verildiğini anlattı. Osmanlı'nın kendi ülke sınırları içinde yer alan, inşaatlarda kullanabileceği, önem arz eden yapı malzemelerini başkente taşıdığını aktaran Sav, bu nedenle caminin avlusunda Bergama'da kullanılmayan bir kiliseden getirilen pembe granit sütunların bulunduğunu, Mısır'dan çıkarılan bir mermer cinsinin de avluda kullanıldığını sözlerine ekledi.

Aşık Veysel, aramızdan ayrılışının 50. yılında 25 bin avuç toprakla Bodrum’da anıldı

8 Eylül 2023 at 14:33
32058 numaralı Cumhurbaşkanlığı Genelgesi ile 2023 yılı “Aşık Veysel” yılı ilan edildi. UNESCO tarafından da Uluslararası Anma ve Kutlama Yıl Dönümleri Programına alındı. Bu gelişme Aşık Veysel’in sadece yerel değil, aynı zamanda evrensel değerlerimizi yansıtan kıymetli sanatçılarımızdan biri olduğunu tüm dünyaya kanıtlarken, sanatçı için Muğla, Bodrum’da anma organizasyonu düzenlendi. Proje Lideri ve Fotoğraf Sanatçısı Cumhur Aygün ise konuya dair şunları söyledi: “Bu kadar değerli bir organizasyonun parçası olmaktan büyük bir mutluluk duyuyoruz. Etkinlik için Sia Familia’yı seçmemizin en önemli nedeni, sahip olduğu doğal, tarihi dokusu ve birçok medeniyetin beşiği olması. Yüzlerce yıllık ağaçların çevrelediği, huzur veren doğasıyla 50 dönümlük bir arazide oluşturulan performans alanı, bundan sonra da birçok sanatsal etkinliğe ev sahipliği yapacak. Bodrum’a değer katan, doğayla iç içe bu ortamda ilk sanatsal etkinliği gerçekleştirmiş olmanın gururunu yaşıyoruz. 2 ay boyunca ön hazırlıklarını yaptığımız çalışma yaklaşık 5 günde 20 kişilik bir proje ekibiyle hayata geçti. Aşık Veysel Kara Toprak Projesi, 25x35 metre ebatlarında toprakla oluşturulan ilk dev portre olma özelliği taşıyor. Aşık Veysel’in aramızdan ayrılışının 50. yılında, 25 bin avuç kara toprakla portresini hazırlamak, ustaya minnetimizin büyük bir göstergesi.” “Kara Toprak türküsü, bir bütün olan evren anlayışının tipik bir örneğidir”Aşık Veysel’in on bir kıtadan oluşan Kara Toprak şiiri, “Dost dost diye nicesine sarıldım” dizesiyle başlar. Kara Toprak da, diğer türkülerinde olduğu gibi, Aşık Veysel’in her bakımdan ermiş, bilge kişiliğini yansıtır. Değerli ozan, kendinden çok diğer canlıları, insanları, hayvanları, çevreyi ve doğayı düşünür. Türkülerinde aşk, Allah, insan, doğa ve memleket sevgisi; üretmek, paylaşmak, insanlığa değer katmak ve insanın dünyadaki faniliği gibi konuları işler. Kara Toprak türküsünde de, insanın fani dünyada anne babasının, eşinin, sevdiğinin, dostunun bile ihanetine uğrayıp hayal kırıklığı yaşayabileceğini, onu yarı yolda bırakmayacak yegane varlığın “sadık yâri kara toprak” olduğunu vurgular. Nihayetinde her şey bittiğinde, tıpkı ana rahmindeki sıcak bir karanlığa uzanır gibi, yine kara toprağın koynuna kavuşuruz. Aşık Veysel’in anlattığı “kara toprak” yekpare bir bütün olan evren anlayışının tipik bir örneğidir.

Anadolu'ya ait eserlerin iadesi için büyük çaba

7 Eylül 2023 at 04:30
İngiltere'nin dünyaca ünlü müzelerinde antik Anadolu medeniyetleri ve Osmanlı'ya ait çok sayıda eser bulunurken, son dönemdeki çalınma ve kayıp haberleri, Türkiye başta olmak üzere birçok ülkeyi buradaki tarihi eserlerini geri almak üzere girişimlerini yoğunlaştırmaya itti. Türkiye'nin de British Museum'daki kayıp ve çalıntı haberleri üzerine burada sergilenen eserlerin durumunu öğrenmeye yönelik girişimlerinin ardından AA muhabiri, İngiltere müzelerinde sergilenen Anadolu ve Osmanlı eserlerine ilişkin güncel bilgileri derledi. British Museum, 16 Ağustos'ta depolarda tutulan birçok eserin çalındığı, kaybolduğu ve zarar gördüğü haberiyle gündeme geldi. Bu dönemde sorumluların adı ve kaybolan eserlerin sayısı belirtilmezken, kısa süre sonra kayıp, çalıntı ve zarar gören eser sayısının yaklaşık 2 bin olduğu ortaya çıktı. Bu noktada müzeye yıllardır envanterde bulunan eserlerin internet üzerinden satıldığı bilgisini verdiğini iddia eden yabancı uzmanlar da devreye girdi. Buna kanıt olarak da yıllardır eBay internet sitesinde satılmayı bekleyen bazı eserler gösterildi. Kanıt olarak sunulan eBay satıcısının kullanıcı adının "Sultan1966" olması ise X'teki kullanıcı adı "Sultan1966" olan Higgs'in üzerindeki şüpheleri iyice derinleştirdi. İngiliz medyasına konuşan yabancı uzmanlar, müzenin "utanç verici bir durum" olduğu için bu konuyla ilgilenmediğini belirtirken, olayın ortaya çıkışının 9. gününde Müze Müdürü Hartwig Fischer istifa etti. Fischer, iddiaların 2021'de önlerine geldiğini ancak o zaman ciddiyetle konuya eğilmediklerini itiraf etti. ÇALINTI HABERLERİ ÜLKELERİ HAREKETE GEÇİRDİÇalıntı haberlerinin ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı Kaçakçılıkla Mücadele Dairesi Başkanı Zeynep Boz, Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla müzeye mektup yolladı. Mektupta, çalıntı haberlerinin ardından müzedeki Anadolu eserlerinin durumu hakkında bilgi talep edilirken, bunların Türkiye'ye iadesi istendi. Türkiye dışında Çin de British Museum'daki Shang, Zhou, Wei ve Jin gibi hanedanlara ait yaklaşık 23 bin eseri resmi yazıyla talep etti. Çin'in talep mektubunda, "British Museum koleksiyonunda bulunan yaklaşık 8 milyon eser, İngiltere dışından geliyor ve büyük çoğunluğu uygunsuz yollardan hatta ahlaksız yollarla elde edilmiş durumda" ifadeleri yer aldı. İngiltere'yi tarihi eserleri iade etmeyerek uluslararası sorumluluklarını yerine getirmemekle suçlayan Çin dışında Gana, Hindistan ve Etiyopya da müzedeki eserlerin iadesini istiyor. Gana ve Hindistan, eserlerin tarihi değeri yanında kutsiyeti bulunduğunu da belirtirken, Yunanistan ise tarihi eserlerini İngiltere'ye getiren Elgin Lordu'nun adıyla tanınan Parthenon mermerlerini yıllardır talep ediyor. İngiltere ise talepler karşısında, eserlerin Londra'da daha iyi korunduğunu, zamanında resmi izinlerle getirildiğini ve söz konusu ülkelerin tanıtımına katkı sağladıklarını iddia ederek istekleri geri çeviriyor. MUĞLA'YA ÖZEL BÖLÜMLER VARBritish Museum bugün hem İngiltere hem de dünyanın en önemli arkeoloji, kültür ve sanat müzesi olarak biliniyor. Yıllık ortalama 6 milyon ziyaretçi ağırlayan müzedeki eserlerin büyük çoğunluğunu ise dünyanın farklı yerlerinden getirilen önemli tarihi eserler oluşturuyor. Müzenin en dikkat çekici bölümünü Türkiye'nin antik şehirlerinden getirilen eserlerin sergilendiği 15 ile 23 numaralı salonlar arasındaki galeriler oluşturuyor. Bugün bu salonlarda çoğunlukla Muğla'dan getirilen eserler bulunurken, Yunanistan ve Türkiye'nin farklı kentlerinden eserler de görülebiliyor. Bu galeriler arasında tamamen Muğla'dan getirilen tarihi eserlerin oluşturduğu iki salon bulunuyor. Antik dünyanın 7 harikasından biri sayılan "Halikarnas Mozolesi" kalıntıları, bu ismin verildiği 21 numaralı salonda sergileniyor. Mermer üzerine işlenmiş kabartmaların bir kısmı ABD'deki müzelere geçici olarak gönderilmiş durumda. Halikarnas Mozolesi, bir koridorla "Nereidler Anıtı" galerisine bağlanıyor. Anıtın parçalarının neredeyse tamamen birleştirilerek tekrar inşa edildiği galeride bugün Muğla'daki Ksanthos Antik Kenti'nden getirilen diğer eserler de sergileniyor. Halikarnas Mozolesi kazısından çıkarılan iki aslanı geçip müzenin merkezindeki 2. Elizabeth Büyük Salonu'na ulaşan ziyaretçiler, yaklaşık 2 metreye 3 metre büyüklüğündeki Knidos Aslanı'nı görebiliyor. 3. SELİM'İN KILICI MÜZEYE SATILDIBritish Museum'un İslam eserleri bölümünde de tüm İslam dünyasından getirilen eserler yer alıyor. Çoğunlukla geçmişin üst düzey isimlerinin bağışladığı eserlerin o kişilerin eline nasıl geçtiğine ilişkin bilgi yer almazken, Edward Beghian adlı "bağışçının" müzeye sattığı eserler arasında Sultan 3. Selim'in kılıcı da var. Osmanlı sanatı ve kültürüne ilişkin eserlerin sergilendiği "İslam Dünyası" salonunda, İstanbul'daki Mimar Sinan eseri Çinili Hamamı'nın çinileri, koleksiyoner John Henderson'un ölümünün ardından bağışladığı çini eşyalar ile müzenin ilk yöneticilerinden Augustus Wollaston Franks'ın bağışladığı ya da satın aldığı eserler bulunuyor. EYÜP SULTAN ÇİNİLERİ VİCTORİA VE ALBERT'TALondra'daki Victoria ve Albert Müzesi (VA) ise dünyanın her yerinden getirilen sanat eserlerini bünyesinde barındıran bir müze olarak dikkati çekiyor. Koleksiyonunda 5 bin yıllık bir dönemi saklayan müzenin envanteri yine British Museum'daki gibi bağışlar ya da dünyanın her yerindeki koleksiyoner ve kaçakçılardan satın alınarak oluşturulan eserlerden meydana geliyor. VA'da dikkati çeken Türk eserleri arasında çiniler ve padişah portreleri bulunuyor. Fatih Sultan Mehmet'in İtalyan Gentile Bellini'ye yaptırdığı portrenin de sergilendiği müzede, çok sayıda Osmanlı sultanına ait çizimler görülebiliyor. Türk sanatına ait halı ve tekstil bölümlerinin yer aldığı müzede çiniler de sergileniyor. Müzede sergilenen çiniler arasında tek bir karodan oluşan parçaların yanında bütün çini paneller de bulunuyor. Müzede sergilenen tam çini paneller arasında Eyüp Sultan Türbesi, Edirne Sarayı ve Piyale Paşa Camisi'nden paneller yer alıyor. Dikkat çekici bir diğer eser ise İstanbul'daki Fuat Paşa Konağı'ndan bütün halde taşınmış çini şömine. Envanterinde Türkiye'ye ait çini, çizim, resim ve arkeolojik eserler bulundurması açısından Oxford Üniversitesinin 350 yıllık Ashmoleon Müzesi de öne çıkıyor. Müzedeki yaklaşık 120 bin eserden 1700 kadarının Türkiye'den götürülmüş veya Türkiye ile alakalı olduğu belirtiliyor.

❌
❌