Okuma görünümü

Yeni makaleler mevcut. Sayfayı yenilemek için tıklayın.

Türk Böbrek Vakfı Başkanı Timur Erk'ten şeker tüketiminin azaltılması uyarısı

Türk Böbrek Vakfı Başkanı Timur Erk, "Türk insanı şerbetli tatlılardan vazgeçemiyor. Bunun için önerimiz, şerbetli tatlılar yerine sütlü tatlılara geçiş yapılabilir" açıklaması yaptı. Çeşitli programlara katılmak üzere Muğla'ya gelen Erk, meyve ve sebze tüketimine ağırlık verilmesi, özellikle dondurulmuş, işlenmiş, paketlenmiş ve endüstrileştirilmiş gıdalardan uzak durulması konusunda tüketicilere tavsiyelerde bulundu. Muğla ile 43 ili ziyaret ederek sağlıklı beslenme eğitimine öncelik verdiklerini anlatan Erk, "Türkiye çocuk çağında obezitede Avrupa'da birinci, dünyada üçüncü sırada. Her yıl ne yazık ki yüzde 8 artış kaydediyor. 85 milyon nüfuslu ülkemizin ne yazık ki 3 milyonu aşırı obez ve bunun da yüzde 50'den fazlası 18 yaş altı durumda." ifadelerini kullandı. Timur Erk, Türk Böbrek Vakfının okullarda öğrenci ve öğretmenlere "obezite" ve "sağlıklı beslenme" konularında eğitim verdiğini, odak noktalarının böbrek sağlığını korumak için tuz, şeker ve unlu mamuller tüketiminin azaltılması olduğunu kaydetti. Bilinçli tüketiciler ve sağlıklı beslenmek isteyen ebeveynler için en iyi yolun işlenmiş ve paketlenmiş ürünler yerine taze ve doğal mevsimlik gıdalar tüketmek olduğunu ifade eden Erk, şöyle konuştu: "Ülkemizde tuz tüketimi konusunda başarı sağladık. Tuz tüketiminde günlük 18 gram yetişkin tüketimini 11 grama kadar düşürdük ancak şeker tüketiminde bunu henüz sağlayamadık. 150 gram şeker tüketimini ancak 10 gram düşürebildik. Mümkün olduğu kadar zeytinyağlı, Akdeniz diyeti ve bol sebze, meyveli beslenmeye gayret göstermemiz gerekli. Bunun haricinde çocukların kahvaltı ederek okullara gelmesine çalışıyoruz.Biz, eğitimleri sadece okullarda çocuklara vermiyoruz. Her gittiğimiz yerde eğitmen eğitimi veriyoruz. Öğretmenlere de eğitim veriyoruz. Çocuklar da ailelerine anlatıyor. Ebeveyn eğitimiyle olayı pekiştiriyoruz. 12 yıl önce bu işe başlarken obezite hat safhadaydı. Dünya ikincisiydik. Şimdi üçüncülüğe, dördüncülüğe düşürebildik. Çocukların sağlıklı beslenmesini bir kültür olarak geliştirmek gerekli. Biz çocuklarımızı seven bir ülkeyiz. Bu konuda geri bildirimler çok iyi. Çocuklar bu konuda gereğini yapıyor."Ülke genelinde tuz tüketiminde gösterilen başarının şeker tüketiminde gösterilemediğine ve bunun sebeplerinin olduğuna dikkati çeken Erk, "Şeker tüketiminde çok az bir mesafe katettik. Türk insanı şerbetli tatlılardan vazgeçemiyor. Bunun için önerimiz, şerbetli tatlılar yerine sütlü tatlılara geçiş yapılabilir. Eğer ille de şerbetli tatlı yenecekse o zaman hiç olmazsa yanında bir bardak süt içelim. Süt şekerin etkisini azaltmış, sindirimi sağlamış oluyor." diye konuştu. Okulda öğretmenlerin, evde ebeveynlerin dikkatli olması gerektiğini vurgulayan Erk, özellikle çocuklarda obeziteye dikkati çekmek istediklerini ifade etti.

Hıçkırık nasıl geçer, hangi doktora gitmek gerekir?

Geçmeyen hıçkırık, basit bir durum gibi görünse de, bu ciddi bir sağlık sorununun belirtisi olabilir. Hıçkırık, basit bir refleks tepkisi gibi görünse de, altında yatan farklı nedenler olabilir. Hıçkırığın ardında yatan nedenler arasında; mide gazı, sindirim problemleri, sinir sistemi bozuklukları, kalp ve karaciğer hastalıkları gibi çeşitli faktörler bulunabilir. Bu nedenle, geçmeyen hıçkırık sorunu ile karşılaşan kişilerin doktora başvurması önemlidir. Peki, hangi doktora başvurulmalıdır? Gelin, birlikte inceleyelim. Hıçkırık Nedir?Hıçkırık, ani ve istemsiz olarak ortaya çıkan bir kasılma refleksi olarak tanımlanır. Bu refleks, diyafram kasının aniden kasılması ve ardından ses tellerinin kapanması ile karakterizedir, bu da "hık" sesi şeklinde bir çıkışa neden olur. Hıçkırık atağı, diyafram kasının rahatlaması ile sona erer. Hıçkırık, çoğu zaman tehlikeli bir durum olarak görülmez, ancak; üç farklı tipe ayrılır ve süresine göre belirli riskler taşıyabilir. Kısa süreli hıçkırık, yani akut hıçkırık, 48 saatten kısa sürer. İnatçı hıçkırık, 2 ila 3 gün arasında devam eden bir durumu ifade eder. Bir aydan daha uzun süren hıçkırık ise dayanılmaz olarak kabul edilir ve mutlaka tedavi edilmesi gerekir. Hıçkırık Nasıl Geçer?Bazı basit yöntemler ile hıçkırığı hafifletmek mümkündür. Öncelikle, dengeli bir yaşam tarzı benimsemek ve sağlıklı beslenmek, hıçkırığın önlenmesinde önemli bir adımdır. Bol su içmek ve gazlı içeceklerden kaçınmak da önemlidir. Ayrıca, yemek yeme alışkanlıklarınıza dikkat etmek ve küçük porsiyonlar halinde sık sık yemek yemek sindirim sisteminizi rahatlatacaktır. Gece geç saatlerde yemek yemekten kaçınmak ve düzenli uyku alışkanlıkları edinmek de hıçkırık sorununu azaltacaktır. Fakat; hıçkırık şikayeti devam ederse ve diğer rahatsızlıklar ile birlikte görülüyor ise, bir doktora başvurmak önemlidir. Uzun süreli ve şiddetli hıçkırık sorunlarının altında ciddi bir hastalık yatıyor olabilir. Hıçkırık İçin Hangi Bölümden Randevu Alınır?Hıçkırık problemi yaşıyorsanız, öncelikle Dahiliye bölümüne başvurmalısınız. Dahiliye doktoru, gerekli gördüğü durumlarda ilgili diğer uzmanlık alanlarına yönlendirme yaparak, hıçkırığın altında yatan nedenin tespit edilmesini sağlayacaktır. Hıçkırığın Tedavi Yöntemleri Nelerdir?Hıçkırık uzun sürdüğünde müdahale gerekebilir. Hıçkırığın altında yatan bir sağlık sorunu var ise, öncelikle bu sorunun tedavi edilmesi önemlidir. Hıçkırık atağı 2 günden fazla sürdüğünde, ilaçlar kullanılarak müdahale edilir. Baklofen, metoklopramid gibi ilaçlar hıçkırık durumunu kontrol altına almada etkilidir. İlaç tedavisi başarısız olursa, cerrahi müdahale düşünülür. Kalıcı hıçkırık durumlarında, vagus sinirine elektrik uygulaması yöntemi tercih edilir. Bu işlem için vücuda bir cihaz implante edilir ve bu cihaz elektriksel uyarım sağlar. Bu yöntem, epilepsi gibi farklı hastalıkların tedavisinde kullanıldığı gibi kalıcı hıçkırık durumlarında da etkili bir çözümdür. Bu yöntem, sinirsel düzenlemeleri yeniden yapılandırarak hıçkırık ataklarını azaltır ya da ortadan kaldırır. Evde Hıçkırık Tedavisi Nasıl Yapılır?Evde hıçkırık tedavisi için birkaç basit yöntem bulunmaktadır. Bu yöntemler, kısa süreli hıçkırık ataklarını hafifletir ya da sona erdirir. Evde hıçkırık tedavisi için bazı öneriler şöyle:  Burnu sirkeli su ile yıkayıp burnun içine sirke çekebilirsiniz. Boğazı zorlayarak öğürmeyi sağlamak, diyafram kaslarını kontrol altına alarak hıçkırığın sona ermesini sağlar. Derin nefes aldıktan sonra bir süre boyunca nefesi tutmak, diyafram kaslarını sakinleştirir. Hızlı şekilde nefes alıp vermek, diyafram kaslarını hareketlendirerek hıçkırığı durdurur. Keskin kokulu maddeleri koklamak, sinir sistemini uyararak hıçkırığı durdurur. Buzlu su içmek ya da kafayı, yüzü soğuk su altında tutmak, sinir uçlarını uyararak hıçkırık refleksini durdurur.

Unutkanlık için hangi doktora gidilir? Devlet hastanesinde hangi bölüme nasıl randevu alınır?

Günümüzde birçok kişinin yaşadığı sorunlardan biri olarak karşımıza çıkan unutkanlık, farklı sorunlar nedeni ile kendini gösterebilir. Bazen basit nedenlere dayansa da bu hastalığın tanısının konması için uzmanlara başvurulması gerekir. İnsanların stres seviyelerinin yüksek olması, yoğun bir iş temposu içerisinde olması ya da asosyal bir yaşam tarzına sahip olması ve hareketsiz günler geçirmesi unutkanlığa neden olan önemli etmenler arasında yer alır. Unutkanlık sorunu yaşayan kişiler bir süre sonra psikolojik açıdan kendilerini kötü hissetmeye başlar. Genel olarak nörolojik ya da psikolojik sorunlardan kaynaklanan bu hastalık, farklı sağlık sorunlarının habercisi de olabilir. Unutkanlık sorunu ile karşı karşıya kalan kişiler, günlük işlerini yaparken bir hayli zorluk yaşayabilir. Yapılması gereken işlerin unutulması, verilen sözlerin hatırlanmaması, aranması gereken kişilerin aranmaması ya da herkesin sık sık yaşadığı bir eşyanın nereye konulduğunun hatırlanmaması kişileri fazlası ile yoran bir durumdur. Peki bunun önüne nasıl geçilir? Bu yazımızda unutkanlık belirtilerinin neler olduğu, tedavi yöntemleri ve hangi uzman hekimlere başvurulması gerektiğini sizler için derledik. UNUTKANLIK HASTALIĞI NEDİR?Genel olarak unutkanlık hastalığının sadece yaşlı bireylerde meydana geldiği düşünülür. Ancak bu tespit pek de doğru değildir. Her yaştan kişi farklı nedenlere bağlı olmak üzere unutkanlık hastalığına sahip olabilir. Bu da yaşlı bireyler kadar genç bireylerin de bu hastalığı geçirme ihtimalinin olduğunu gösterir. Bazı durumlarda yeteri kadar vitamin ve mineral takviyesinin sağlanmaması unutkanlık sorunlarına neden olur. Aynı zamanda hormon yetersizlikleri de yine bu hastalığa neden olabilir. Öte yandan ilerleyen yaşlarda meydana gelen ve nörolojik hastalıklar arasında yer alan Alzheimer ve demansta yine unutkanlığa neden olur. Unutkanlığın meydana gelme riskinin en aza indirilmesi için hafızanın kısa süreli bellek ve uzun süreli bellek olarak ikiye ayrıldığının bilinmesi gerekir. Kısa süreli bellek en fazla altı ila dokuz adet bilgiyi depolar. Uzun süreli bellekte yer alan bilgiler ise daha fazla ve daha eski tarihlere dayanır. UNUTKANLIK HASTALIĞININ BELİRTİLERİ NELERDİR?Farklı nedenlere bağlı olarak meydana gelebilen bu hastalık, farklı semptomlar ile kendini belli edebilir. Farklı zaman dilimlerinin unutulmasına neden olan bu hastalığın en yayın belirtileri ise şunlardır; Günlük yaşamdaki rutin aktivitelerin ya da yapılacak olan işlerin unutulmasıDaha önce izlenmiş bir filmin, okunmuş bir kitabın, düşüncelerin ya da bir başkası ile yapılmış olan sohbetin unutulmasıİş hayatında yapılması gerekenlerin unutulması ve aksatılmasıÖnceden birçok kez gidilmiş bir adresin unutulmasıBasit seçimlerde dahi kararsızlık yaşama ya da karar verme konusunda zorlanmaNormalde ilgi çekici gelen şeylere karşı olan ilginin kaybedilmesiHissizlikYoğun depresyonAnksiyete ve sinirlilik haliUNUTKANLIĞA NEDEN OLAN ETMENLER NELERDİR?Unutkanlık, bellekte depolanan bilgilerin hatırlanmadığı zamanlarda ortaya çıkan uzun ya da kısa süreli bir durumdur. Unutkanlığa neden olan fizyolojik ya da psikolojik nedenler arasında en sık karşılaşılanlar şu şekilde sıralanabilir; Tiroid hastalıklarıUykusuzlukVitamin ve mineral eksikliğiDehidrasyonİlaçların yan etkisiAlkol tüketimiStres ve kaygı seviyesinin yüksek olmasıDepresyonBeyindeki tümörleri, kan pıhtıları ya da enfeksiyonlarDüşme ya da kaza nedeni ile beyin sarsıntısı geçirilmesiYaşa bağlı hafıza değişiklikleriUNUTKANLIK İÇİN HANGİ DOKTORA GİDİLİR?Günlük yaşamda bir şeyleri unutmaya başladığını fark edenlerin kesin tanı konulması için en kısa sürede nöroloji bölümünden randevu alması gerekir. Yapılan muayene sonucuna göre nöroloji uzmanlarının belirlediği tedavi sürecine uyulması ve gerekli aktivitelerin yapılmasına özen gösterilmelidir. Unutkanlık sorunu yaşamamak ve hafızanın güçlenmesine destek olmak için bulmaca çözmek tercih edilebilir. Bunun yanı sıra örgü örmek gibi beynin çalışmasını sağlayacak farklı hobiler edinerek de hafızanın daha güçlü bir hale gelmesi sağlanabilir.

Kabızlık için hangi bölüme gidilir, randevu alınır?

Kabızlık, yaşamın çeşitli dönemlerinde pek çok insanın karşılaştığı bir problemdir. Bağırsak hareketlerinin yavaşlaması sonucu ortaya çıkan bu durum, haftada üç ya da daha az dışkılama problemi ile tanımlanır. Şişkinlik, halsizlik, karın ağrısı ve iştahsızlık gibi belirtiler ile kendini gösterir.Kabızlık, beslenme alışkanlıklarından ya da su tüketimindeki eksiklikten kaynaklanırken, altında başka sağlık sorunları da yatabilir. Bebekler ve çocuklar da kabızlık yaşayabilir. Genelde kabızlık kısa sürer. Fakat; uzun süren kabızlık durumlarında bir doktora görünmek doğrudur. Kabızlık için hangi bölüme ya da doktora gidilmesi gerektiğini merak ediyorsanız, işte detaylar... Kabızlık Nedir?Kabızlık, aslında bir hastalık değil, daha çok bir semptomdur. Kolonun aşırı su emmesi ya da kaslarının yavaş ya da zayıf bir şekilde kasılması durumunda ortaya çıkar. Bu durumda dışkı hareketi yavaşlar ve fazla miktarda su kaybı yaşanır.Kabızlığın Nedenleri ve Semptomları Nelerdir?Kabızlık nedenleri şöyle listelenmiştir:  Tuvalet ihtiyacını ertelemek, dışkılamayı sürekli olarak ertelemek. İnek sütü gibi yağlı süt ürünlerinin aşırı tüketimi. Dışkılama işlevini sağlayan kaslarda işlev bozuklukları. Stres, kaygı, depresyon gibi psikolojik sorunlar. Lifli besinlerin yetersiz tüketimi, özellikle meyve, sebze ve tahıl ürünlerinin az alınması. Hormonal sorunlar, özellikle tiroid bezi sorunları ya da diyabet gibi endokrin bozukluklar. Egzersiz yapmamanın ve aktif olmayan bir yaşam tarzının sürdürülmesi. Beslenme alışkanlıklarının değişmesi, ani ve sık diyet değişiklikleri. Rektum ve kolonda darlık ya da tıkanıklık oluşması. Bazı ilaçların yan etkileri, özellikle ağrı kesiciler ve demir takviyeleri gibi ilaçlar.Kabızlığın bazı semptomları ise şöyle sıralanmıştır:  Dışkılamada zorlanma ve tuvalet ihtiyacı olmasına rağmen dışkıyı yapamama. Tuvalette uzun süre oturma gereksinimi ve rahatsızlık hissi. Mide bulantısı ve kusma. Şiddetli karın ağrısı, özellikle dışkılama sırasında. Dışkının sert ve top halinde olması. Halsizlik ve yorgunluk hissi. Dışkılamada zorlanmaya bağlı olarak makattan kan gelmesi.Kabızlık Nasıl Hafifletilir?Kabızlık sorununu günlük yaşamda bazı alışkanlıklar edinmek gerekmektedir. Kabızlığa iyi gelen yöntemler şu şekildedir:  Lif açısından zengin gıdaları diyetinize dahil etmek, dışkının daha yumuşak olmasını sağlayarak kabızlık riskini azaltır. Bol miktarda su içmek, sindirim sisteminin düzenli çalışmasına yardımcı olur. Kuru kayısı, erik gibi lif açısından zengin meyveleri tüketmek, sindirim sisteminin hareketliliğini artırır. Düzenli egzersiz yapmak, bağırsak hareketlerini artırarak kabızlık riskini azaltır.Kabızlığa Hangi Yiyecekler İyi Gelir?Kabızlık ile başa çıkmak için diyetinize ekleyebileceğiniz bazı besinler bulunmaktadır. Kabızlığa iyi gelen yiyecekler arasında şunlar yer alır:  Keten tohumu, lif bakımından zengin olup sindirim sistemini destekler. Zeytin, zeytinyağı ve kekik gibi yağlar, sindirim sistemini uyararak kabızlık riskini azaltır. Beyaz et, kolay sindirilir ve kabızlık ile mücadelede yardımcı olur. Lifli gıdalar, sebzeler, meyveler ve kepekli tahıllar, bağırsak hareketlerini düzenleyerek kabızlığı önler. Kuru meyveler, özellikle kuru kayısı ve erik, lif açısından zengin oldukları için sindirim sistemini hareketlendirir. Bol su tüketmek, dışkının yumuşak olmasını sağlayarak kabızlığı azaltır.Kabızlık İçin Hangi Bölüme Başvurulmalıdır?Kabızlık yaşayan bir kişi, Dahiliye (İç Hastalıkları) ya da Gastroenteroloji bölümüne başvurmalıdır. Kabızlık teşhisinde ilk adım anorektal bölgenin parmak ile muayenesi şeklinde olur. Daha sonra, endoskopi adı verilen röntgen incelemesi ile kalın bağırsakta tümör ya da polip gibi problemler araştırılır. Kabızlık, yaşam tarzı değişiklikleri ile tedavi edilebilir. Daha fazla lifli besin tüketmek, özellikle kuru meyveleri tercih etmek, beyaz et alımını artırmak ve zeytinyağı kullanmak kabızlığa iyi gelir. Stresten uzak bir yaşam tarzı da kabızlığı önlemede önemlidir.

Karın ağrısı için hangi bölüme gidilir, randevu alınır?

Günlük yaşamda sıkça karşılaşılan ve insanların rahatsızlık duyduğu bir durum karın ağrısıdır. Bu ağrılar, farklı sebepler ile ortaya çıkabilir ve bazen; iştahsızlık, bulantı ve kusma gibi semptomlar ile birlikte görülebilir. Özellikle bir haftayı geçen ve şiddeti artan karın ağrıları ciddi bir sorunun habercisi olabilir; bu durumda mutlaka bir doktora başvurmak önemlidir. Ancak; karın ağrısı için hangi bölüme gidilmesi gerektiği ve hangi doktor tarafından incelenmesi gerektiği çoğu kişi tarafından bilinmemektedir. İşte bu konudaki merak edilenlerin yanıtları… Karın Ağrısı Nedir?Karın ağrısı, kaburgaların alt kısmından başlayarak vücudun belirli bölgelerine yayılan bir rahatsızlıktır. Ağrının şiddetlendiği bölge, etkilenen organın bulunduğu yer olarak belirtilir.Bazen karın ağrısı, sancı şeklinde ya da bir şeyin batması gibi hissedilir; gaz durumu ile ilişkilidir. Regl dönemi sancıları da gaz sancılarına benzer; ancak bu ağrı daha alt karına doğru bir ağrıdır. Mideye bağlı karın ağrılarında yanma hissi oluşur. Bu yanma hissi, mide rahatsızlıkları olan gastrit ya da ülser gibi durumların belirtisi olabilir. Bu durumlarda, karın ağrısını değerlendiren bölüm Gastroenteroloji'dir. Mide ağrıları dışındaki tüm karın ağrıları için öncelikle Dahiliye uzmanına başvurulması önerilir. Karın Ağrısı Hangi Rahatsızlıkların İşareti Olabilir?Karın ağrısı, bazı rahatsızlıkların habercisi olabilir:  İshal: Bağırsak hareketlerinde artış ve sıvı dışkı atılımı sonucu meydana gelen ishal, karın ağrısına neden olabilir. Apandis: Apandis iltihaplanması, sağ alt karın bölgesinde şiddetli ağrıya neden olabilir. Enfeksiyon sonucu oluşan ağrılar: Üriner sistem enfeksiyonları, böbrek enfeksiyonları ve diğer enfeksiyonlar karın ağrısına neden olabilir. Kabızlık: Dışkılamada zorlanma, karın ağrısına yol açabilir. Safra kesesi taşlarına bağlı ağrılar: Safra kesesinde oluşan taşlar, safra kanallarının tıkanmasına neden olarak karın ağrısına yol açabilir Gaz sancısı: Bağırsaklarda birikmiş gazın neden olduğu şişkinlik ve ağrılar, karın ağrısına sebep olabilir. Mide ve bağırsaklara bağlı hastalıklar: Ülser, gastrit, kolit gibi sindirim sistemi hastalıkları karın ağrısına neden olabilir. Regl dönemi ağrıları: Kadınların adet dönemlerinde yaşadığı rutin karın ağrıları, alt karında kramplar şeklinde hissedilir. Dış gebelik: Döllenmiş yumurta, rahim dışında başka bir yerde gelişirse karın ağrısına neden olabilir.Karın Ağrısı İçin Hangi Bölüme Başvurulmalıdır?Karın ağrısı, çocuklarda ve yetişkinlerde farklı uzmanlık alanlarını gerektirebilen bir sağlık sorunudur. İlk başvuru noktası aile hekimidir; ancak durumun ciddiyeti göz önüne alındığında, çocuklarda Çocuk Hastalıkları Uzmanı, yetişkinlerde ise Dahiliye ve Genel Cerrahi bölümüdür.Karın ağrısının nedenlerine bağlı olarak farklı uzmanlık dalları devreye girebilir. İlk muayene Aile Hekimliği tarafından yapılır; ancak duruma göre hastanın bir uzmana sevk edilmesi gerekebilir.Karın ağrısı ile ilgili teşhis İç Hastalıkları bölümünde yapılır. Ancak ağrının kaynağına göre Gastroenteroloji, Kadın Hastalıkları ve Doğum uzmanları gibi farklı branşlara yönlendirme de yapılabilir. Karın Ağrısı Durumunda Ne Zaman Doktora Başvurulmalıdır?Karın ağrısı şikayeti ile doktora ne zaman başvurulması gerektiği, ağrısının süresi ve şiddeti ile yakından ilişkilidir. Bu iki faktör, başvurunun gerekliliğini belirler.Örneğin, regl sancıları bir gün boyunca şiddetli bir şekilde hissedilse bile, eğer bu durumun tekrarlanması beklenmiyor ise, doktora başvurulması gerekli değildir. Fakat; d…

20’lik diş için hangi bölüme gidilir, randevu alınır?

Çenenin en arka kısmında yer alan yirmilik dişler, toplamda dört adettir. Bunların her biri çenenin en arka kısmında sağ bir adet, solda bir adet, sağ üstte bir adet ve sol üstte bir adet olacak şekilde bulunur. Çene yapılarına genelde uyum sağlayamayan bu dişler çoğunluklar kişilerde ağrıya, apse oluşumuna ve farklı rahatsızlıklara neden olur. Bu nedenle yirmilik dişlerin çekilmesi ya da cerrahi operasyon ile alınması gerekir. Yirmilik dişler neden oldukları ağrıların yanı sıra kişilerin çene yapılarının bozulmasına da neden olabilir. Tamamen çeneye gömülü bir şekilde gelişmesini sürdürebilen bu dişler, diğer dişlerin kaymasına ve kişilerde diş yapısı bozukluklarının meydana gelmesine de neden olabilir. 20’LİK DİŞ KAÇ YAŞINDA ÇIKMAYA BAŞLAR?Yirmilik dişler bilinenin aksine yirmi yaşında çıkmak zorunda değildir. Toplamda dört adet olarak buluna bu dişler, on yedi yaşından, yirmi beş yaşına kadar oluşabilir. Eğer bu yaş aralığında yirmilik diş çıkmaz ise bu durum yirmilik dişlerin olmadığı anlamına gelmez. Çoğu zaman gömülü kalan bu dişler, herhangi bir ağrıya neden olmadığı sürece fark edilmeyebilir. Bu gibi durumlarda gömülü yirmilik yaş dişlerinin durumu, rutin diş muayenelerinde çekilen röntgen ile görüntülenebilir. 20’LİK DİŞ BELİRTİLERİ NELERDİR?Diş etlerinde kendisine yeterli alanı bulan ve olması gerektiği gibi gelişimini tamamlayan yirmilik dişler, genel olarak bireylere herhangi bir sorun yaratmaz. Ancak çoğunlukla bireylerin yirmilik dişleri bu alanın olmaması nedeni ile sorun yaratır. Yirmilik dişlerin çıkışı ya da gömülü kalması halinde meydana gelebilecek semptomlar şu şekilde sıralanmaktadır; Diş ve diş etlerinde ağrıDiş eti hassasiyetinin başlamasıÇeneye ve kulağa vuran ağrılarLenf bezlerinde şişkinliklerin oluşmasıBaş ağrısıAğızda kötü koku oluşumuÇiğneme sırasında kişinin ağrı hissetmesi20’LİK DİŞİN GÖMÜLÜ OLDUĞU NASIL ANLAŞILIR?Yirmilik diş ağrıları ve diğer semptomları yaşayan kişilere yapılan muayenenin ardından genellikle diş röntgeni çekilir. Bu röntgen ile tüm dişlerin kökleri, kemik yapıları, açıları ve gömülü yirmilik dişler net bir şekilde görülür. Dışarıdan görülmeyen yirmilik dişler genellikle yatay olarak çıkar. Bunun yanı sıra yarı gömülü olacak şekilde gelişen yirmilik dişlere de çok sık rastlanmaktadır. Bazı durumlarda gömülü yirmilik dişler, bulunduğu bölgede enfeksiyona neden olabilir. Bunun yanı sıra kist oluşumları da yine yirmilik dişlerin gömülü olmasından dolayı meydana gelir. Bu gibi durumlarda diş çekiminden önce durumun düzeltilmesi için ilaç tedavisinin başlatılması uzman hekimler tarafından önerilir. 20’LİK DİŞ İÇİN HANGİ BÖLÜMDEN RANDEVU ALINIR?Yirmilik diş sorunları yaşadığını düşünen kişilerin ilk olarak sağlık kuruluşlarının diş polikliniklerinden randevu alması gerekir. Burada yapılacak olan muayene ve röntgen çekiminden sonra uzman hekimler hastaları çene cerrahisi bölümüne sevk eder. Yirmilik dişin tamamen gömülü olması halinde bu dişin çekimi, cerrahi operasyon ile yapılır. Bunun için de devreye çene cerrahları girer. Ancak tamamen gömülü olmayan ya da düzgün bir şekilde çıkan yirmilik dişin, kişiye rahatsızlık vermesi halinde çekimine karar verilir ise bu çekimi diş hekimler yapabilir. Bu aşamada çene cerrahisine ihtiyaç yoktur. Diş hekimleri, klasik diş çekimi operasyonu ile yirmilik dişin çekimini yapabilir. Bu aşamada her koşulda ilk olarak diş hekimlerinden randevu alınması gerektiğinin unutulmaması gerekir.  

Kansızlık için hangi bölüme gidilir, randevu alınır?

Kansızlık, bedenin temel taşı olan kırmızı kan hücrelerinin, hemoglobin ya da demir eksikliği sebebi ile yeterince oksijen taşıyamaması sonucunda ortaya çıkar. Bu durum; yorgunluk, halsizlik, nefes darlığı, solukluk ve baş dönmesi gibi belirtiler ile kendini gösterir. Kansızlığın kökeni çeşitli olabilir; demir eksikliği, vitamin B12 eksikliği, kan kaybı, kronik hastalıklar ve genetik faktörler arasında yer alır.Kansızlık sorunun üstesinden gelmek mümkün. Doğru tedavi ve yönetim ile, kansızlık kontrol altına alınabilir. Peki, doğru tedaviyi almak için hangi bölüme başvurmak gerekiyor? Bu sorunun cevabı ve kansızlığın detayları için buyurunuz yazımıza! Kansızlık Nedir?Kansızlık, vücuttaki alyuvarlarda bulunan “hemoglobin” adlı önemli bir proteinin düşük seviyelere inmesi ya da alyuvarların sayısının azalması durumunu ifade eder. Bu durum, doğumsal ya da yetişkinlik dönemine özgü çeşitli nedenlerden kaynaklanabilir. Hemoglobin seviyelerindeki düşüş ya da alyuvar sayısındaki azalma, vücudun oksijen taşıma kapasitesini etkiler ve çeşitli semptomlar ile kendini gösterir. Kansızlığın Nedeni Nedir?Kansızlık, pek çok farklı nedene ve türe sahiptir. En sık görülen türlerden biri demir eksikliği anemisidir, bu durum yetersiz demir alımı ve yetersiz emilimi sonucu meydana gelir. Bunun yanı sıra, vitamin B12 ya da folik asit eksikliği, kan kaybı, kemik iliği bozuklukları, kronik hastalıklar, genetik faktörler ve bazı ilaçların yan etkileri de kansızlık sebepleri arasında yer alır. Aneminin belirtileri ve tedavi seçenekleri, kökenine bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Kansızlığın Semptomları Nedir?Kansızlık; nefes darlığı, halsizlik, çabuk yorulma, saç dökülmesi ve kulak çınlaması gibi belirtiler ile kendini belli edebilir. Bu durum, yorgunluk ve zayıflık hissi ile başlar ve cildinizde solgunluk hissi yaratır. Nefes alıp verirken yaşanan zorluklar, baş dönmesi ve elleriniz ile ayaklarınızda hissedilen soğukluk gibi semptomlar da kansızlığın işaretlerdir. Bu belirtiler, vücudunuzun size verdiği “anemi” sinyalleridir. Aneminin Teşhisi Nasıl Konur?Aneminin teşhisi çeşitli testler ile konur. Bu testler şunlardır:  Demir seviyesi testleri: Aneminin demir eksikliğinden kaynaklanıp kaynaklanmadığını belirlemek için yapılır. Bu testler; serum demir seviyesi, total demir bağlama kapasitesi ve ferritin seviyesi testleridir. Tam kan sayımı (CBC) testi: Hemoglobin seviyesini ölçerek aneminin varlığını belirler. Hemoglobin seviyeleri, erkeklerde 13.8-17.2 g/dL, kadınlarda ise 12.1-15.1 g/dL aralığında olduğunda sağlıklıdır. Kemik iliği biyopsisi: Nadiren kullanılan bir yöntemdir ve belirli durumlarda özel anemi türlerinin nedenini belirlemek için uygulanır. Retikülosit sayımı: Bu test, vücudun yeni kırmızı kan hücreleri üretip üretmediğini değerlendirir. Yüksek retikülosit sayısı, vücudun daha fazla kırmızı kan hücresi üretmeye çalıştığını gösterir.Kansızlık İçin Hangi Bölüme Başvurulmalıdır?Kansızlık ile mücadele için Hematoloji bölümüne gitmek uygundur. Bu bölüm, kan ve kan hastalıkları ile ilgilenir. Burada, kansızlığın nedenleri ve tedavisi belirlenir.Kansızlığın Tedavisi Nasıl Olur?Kansızlık (anemi) tedavisi, aneminin; kökenine, türüne ve ciddiyetine bağlı olarak değişiklik gösterir. Örneğin, demir eksikliği ya da B12 eksikliği gibi besinsel eksiklikler söz konusu ise, tedavi bu vitamin ve minerallerin takviye edilmesi ile sağlanır. Anemi tedavisinde öncelikle altta yatan nedene odaklanılır ve bu sorunlar elimine edilmeye çalışılır.Kan Yapıcı Yiyecekler Nelerdir?Kan yapımına yardımcı olan gıdaları derledik:  Pekmez Tahin helvası Kuru incir Kuru üzüm Kırmızı et Kabuklu deniz ürünleri Tavuk Karaciğer Böbrek gibi sakatatlar Dut Çilek Muz Kavun Portakal

Sivilce için hangi bölüme gidilir, randevu alınır?

Sivilce hem kadınların hem de erkeklerin ortan cilt sorunları arasında yer alır. Bireylerin ergenlik çağına girmesi ile değişen hormonal denge, sivilce oluşumlarına neden olur. Ancak bu süreç kişilerin kırklı yaşlarına kadar devam edebilir. Sivilce ya da akne oluşumları, cildin orta tabakasında bulunan ve sebum salgılayan kanalların tıkanması, şişmesi ve daha sonra bakteriler nedeni ile inflame olması sonucu meydana gelir. Deride artan sebum salgısı ve gözeneklerin tıkanması ile de siyah nokta oluşumları meydana gelir. Bu sorun özellikle yağlı cilt tipine sahip olan kişilerde daha fazla meydana gelmektedir. Sivilce oluşumları genellikle yüz bölgesine meydana geldiği gibi sırt, kol ve göğüs bölgesinde de kendini gösterir. SİVİLCE OLUŞUMUNU ARTTIRAN ETMENLER NELERDİR?Sivilce oluşumuna neden olan etmenler arasında genetik yatkınlık yer almaktadır. Bunun yanı sıra kişilerin yanlış beslenme alışkanlıklarına sahip olması da ciltteki sivilce oluşumunu arttıran nedenler arasında bulunur. Öte yandan bazı vakalarda testosteron hormonu fazla iken bazı vakalarda bu hormonun normal olduğu ancak yağ hücrelerinin testosterona verdiği yanıtın fazla olduğu görülmektedir. Aynı zamanda kullanılan bazı ilaçlarında hormonlar üzerindeki etkisi, ciltteki sivilce sorununu tetiklemektedir. Kişilerin yağlı bir cilde sahip olması, cilt bakımına önem vermemesi, makyaj kalıntılarının ciltten temizlenmemesi ve özellikle yanlış kozmetik ürünlerin tercih edilmesi de yine sivilce sorunlarının artmasına neden olmaktadır. EN YAYGIN GÖRÜLEN SİVİLCE TİPLERİ NELERDİR?Toplumumuzda bazı sivilce tipleri oldukça sık görülmektedir. Bu sivilce türleri şu şekilde sıralanabilir; Papüller: Yüzde kırmızı renkte şişkinliklere neden olur ve iltihaplıdırPüstüller: Papüllere benzer ancak içerisinde pus bulunduran kabarık lezyonlar halinde meydana gelirNodüler Akne: Bu sivilce türü daha derin katmanlarda meydana gelir. Büyük ve sert lezyonlar olarak tanımlanırKistik Akne: Şiddetli ve ağrılı iltihaplara neden olan bu sivilce türü; büyük, kırmızı ve sert şişkinliklere neden olurİltihapsız Sivilce: Bu tür genel olarak daha hafif bir cilt sorunu olarak tanımlanabilirSiyah Noktalar: Siyah noktalar, tıkanmış cilt gözeneklerinin oksijen ile temas etmesi sonucu meydana gelir. Bu bölgelerde sebum birikir ve bu nedenle siyah nokta oluşumları ortaya çıkarBeyaz Noktalar: Özellikle yüz bölgesinde beyaz kabarıklıklar olarak kendini gösteren beyaz noktalar, gözeneklerin sebum ve ölü deri hücreleri ile tıkanması sonucu oluşan lezyonlardırSİVİLCE TEDAVİSİSivilcelerin tedavi edilmesi için ilk olarak uzman hekimlere başvurulması ve ciltte meydana gelen oluşumların hangi sivilce türüne ait olduğunun belirlenmesi gerekir. Nitekim tüm sivilceler için aynı tedavi yöntemi kullanılmamaktadır. Sivilcelerin tedavisinde tercih edilen yöntemler genel olarak şunlardır; Antibiyotik Tedavisi: Bu tedavi yöntemi, gözeneklerin iltihaplanmasına neden olan bakterilerin büyümesini ve yayılmasını durdurur. Bölgesel ya da oral olarak uygulanabilirBenzoil Peroksit: Bölgesel olarak kullanır ve gözenek ile cilt üzerinde bulunan bakterileri ortadan kaldırırDrenaj: Büyük kist oluşumlarında başvurulan cerrahi bir işlemdirRetinoidler: Yeni sivilce oluşumlarını engeller ve gözeneklerin tıkanmasının önüne geçerFototerapiLazerAkne izi tedavisiSİVİLCE TEDAVİSİ İÇİN HANGİ BÖLÜME RANDEVU ALINIR?Genel olarak cilt sorunlarının tanısının konulması ve tedavisi için sağlık kuruluşlarının dermatoloji bölümlerinden randevu alınması gerekir. Sivilce sorunları için de yine aynı bölümden randevu alınması gereklidir. Burada uzmanlar ilk olarak fiziksel muayeneyi gerçekleştirir ve ardından kan testinin de yer aldığı bazı tetkikleri talep eder. Sonuçlara göre teşhis konulur ve tedavi süreci başlar.

Zona nasıl tedavi edilir, hangi doktor bakar?

Zona hastalığı; ağrılı döküntülere neden olan, suçiçeği hastalığına da neden olan varisella zoster isimli virüsün tekrar aktif olması ile ortaya çıkan viral enfeksiyon kaynaklı bir sağlık sorunudur. Varisella zoster virüsü, suçiçeği sonrasında kişide dorsal kök ganglionları olarak bilinen, omurilikte ağrı sinyallerinin iletilmesinden sorumlu bir duyusal sinir hücreleri kümesi olan yerde gizlenir. Uykuda olan bu virüs, tekrar aktif olduğunda zona hastalığı ortaya çıkar. Zona hastalığı hem deriyi hem de sinirleri zorlayan bir sağlık sorunudur. Kişilerin ağrı yaşamasına neden olan deri döküntüleri ile kendini gösteren zona, farklı tetikleyicilerin varisella zoster virüsünü aktif etmesi ile meydana gelir. ZONA NEDEN OLUR?Daha önce de belirtiğimiz gibi suçiçeği geçiren hastaların vücutlarında bulunan varisella zoster virüsü, farklı nedenlerden dolayı aktif hale geldiğinde zonaya neden oluyor. Suçiçeği geçirilmesinin üzerinden yıllar geçtikten sonra kişinin ağır bir gribe yakalanması, idrar yolu enfeksiyonu geçirmesi, yaşının ilerlemesi, HIV, AIDS ya da kanser tedavisi ile bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden olan hastalıklar, bu virüsün yeniden aktif olmasına neden olur. Bunların yanı sıra organ naklinde vücudun organ naklini kabul etmesini sağlamak için verilen ilaç ve steroidlerde zona hastalığına neden olan risk faktörleri arasında yer alır. Zona hastalığının en önemli faktörü ise yaşlanmadır. Elli yaşın üzerindeki kişilerde bu virüs yeniden aktif hale gelmektedir. Vakaların yüzde yetmişini, elli yaşından büyük bireyler oluşturur. Seksen yaşına gelen bir kişinin ise zona olma ihtimali yüzde ellidir. ZONA BELİRTİLERİ NELERDİR?Zona hastalığının neden olduğu semptomlar şu şekilde sıralanmaktadır; Bu hastalığın en erken belirtisi ağrıdırKarıncalanma ya da yanma hissiKaşıntılı kızarıklıklar ve kabarcık oluşumlarının meydana gelmesiVücudun tek tarafında şerit halinde döküntülerin olmasıYüksek ateşBaş ağrısıTitremeMide sorunlarının meydana gelmesiIşığa karşı duyarlılığın artmasıYorgun ve tükenmişlik hissiZONA ÖNLENEBİLİR Mİ?Suçiçeği geçirmiş olan kişilerin en çok merak ettiği sorulardan biri, zonanın önlenip önlenemeyeceğidir. Zonadan korunmak mümkündür. 2006 yılında lisans alan ve kişileri zondan koruyan bir aşı bulunmaktadır. Bu aşı ülkemizde de 2015 yılında bakanlık onayı almış ve kullanılmaya başlanmıştır. Tek doz olacak şekilde uygulanan bu aşı, zona hastalığının meydana gelmesini büyük oranda engellemektedir. Aşıdan sonra kişilerin zonaya yakalanması oldukça nadirdir. Ancak bu durumlarda da zonanın şiddetinin oldukça düşük seviyelerde olduğu bilinmektedir. ZONA NASIL TEŞHİS EDİLİR?Zona hastalığının teşhis edilmesi için kişilerin uzman hekimler tarafından muayene edilmesi gerekir. Çoğu zaman hekimler, fiziki muayene ile zona teşhisini koyabilmektedir. Ancak bazı durumlarda tanının konulması zorlaşabilir. Bu bireylerden tznak testi talep edilir. Bu yöntemde lezyondan bir kazıntı örneği alınır ve özel boyama yöntemlerinden sonra mikroskop altında incelenir. Döküntü olmadan sadece ağrı, zona hastalığının tanısı için yeterli değildir. Tanı konulması için mutlaka deri döküntülerinin başlaması beklenir. ZONA İÇİN HANGİ BÖLÜMDEN RANDEVU ALINIR?Zona hastalığı, cilt ve sinirler üzerinde etkilidir. Bu nedenle cilt üzerindeki döküntüler aynı zamanda kişilerin ağrı yaşamasına neden olur. Zonanın teşhis edilmesi ve tedavi edilmesi için kişilerin, sağlık kuruluşlarının dermatoloji bölümlerinden randevu alması gerekir. Zona nedeni ile kişilerin ateşinin yükselmesi, titremelerin meydana gelmesi ya da ağrıların şiddetinin artması halinde en yakın sağlık kuruluşunun acil servisine başvurulması gerekir.

Zayıflamak için hangi bölüme gidilir, randevu alınır?

Hem kadınlar hem de erkekler kilo verebilmek, daha zayıf bir görünüme sahip olabilmek ve verilen kiloları kontrol altında tutabilmek ister. Özellikle her sene yaz aylarının yaklaşması ile birlikte kişiler kısa sürede çok kilo vermenin yollarını arar. Ancak yapılan bu işlem ya da uygulamalar, sağlıklı kilo kaybını sağlamaz. Kişilerin kilo verebilmesi için ilk olarak düzenli ve dengeli bir beslenme alışkanlığına sahip olması gerekir. Öte yandan herhangi bir sağlık sorunun olup olmadığının da kontrol ettirilmesi gerekir. Nitekim bazı sağlık sorunları kişilerin kilo vermesini engellemektedir. Bu gibi durumlarda kişilerin kilo vermesinden önce, kilo verilmesine engel olan sağlık sorununun tespit edilmesi ve tedavi edilmesi gerekir. ZAYIFLAMAYA ENGEL OLAN HASTALIKLAR NELERDİR?Obezite bilindiği gibi oldukça tehlikeli bir sağlık sorunudur. Dünya Sağlık Örgütü bu hastalığı, en riskli on hastalık listesine almıştır. Kişilerin hareketsiz bir yaşama sahip olması, hazır gıda tüketime ağırlık vermesi, sağlıksız beslenmesi ve genetik yapısı obeziteye neden olan sorunlar arasında yer alır. Yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen obezite ve fazla kilo, kişilerin kalp ve damar hastalıklarına yakalanma riskini arttırmaktadır. Kişilerin yaşam tarzları ve sağlıksız beslenme düzenlerinin yanı sıra zayıflamayı engelleyen hastalıklar ise şu şekilde sıralanabilir; Yüksek tansiyon sorunlarıİnsülin direncinin azalmasına bağlı olarak ortaya çıkan Tip 2 diyabetTiroid hastalıklarıKap ve damar hastalıklarıKolesterol problemleriZAYIFLAMAK İÇİN HANGİ BÖLÜMDEN RANDEVU ALINIR?Sağlıklı bir şekilde kilo vermek isteyen kişiler, sağlık kuruluşlarının diyetisyen polikliniklerinden randevu almalıdır. Diyetisyenler, kendilerine danışan kişilerin genel sağlık durumunu kontrol etmek için ilk olarak bazı tetkikler talep eder. Bunun nedeni, kilo vermeyi engelleyen ciddi bir sağlık sorununun olup olmadığının belirlenmesidir. Yapılan testler neticesinde kişide herhangi bir sağlık sorunu ortaya çıkar ise diyetisyenler ilk olarak bu sorunun tedavi edilmesi için ilgili polikliniklere hastanın sevkini gerçekleştirir. Bu aşamada uygulanacak olan tedaviye uygun olarak kişiye özel bir diyet programı da belirlenir. Diyetisyenler, kendilerine danışan kişiler için özel programlar hazırlar. Bu programlar kişilerin kilosuna, vücut endekslerine, yağ oranlarına ve kan değerlerine göre belirlenir. Aynı zamanda kişilerin vitamin ve mineral seviyeleri de bu aşamada oldukça önemlidir. Bunlar göz önüne alındığında, bir kişiye özel olarak hazırlanan diyet programının başka bir kişi tarafından uygulanmasının sakıncalı olduğu sonucu da varılmaktadır. ZAYIFLAMAK İÇİN DİYETİSYEN NELER YAPAR?Zayıflamak isteyen kişilerin ilk olarak tercih edecekleri diyetisyenleri araştırması, alanında görev yapabilmesi için dört yıllık eğitimini tamamladığından emin olması gerekir. Diyetisyen; besinlerin işlenmesi, hazırlanması, depolanması sırasında oluşan değişikliklerin insan vücudundaki etkilerini inceleyen kişilerdir. Toplumdaki yanlış beslenme alışkanlıklarını tespit eden diyetisyenler, yetersiz ve dengesiz beslenme sonu meydana gelen sağlık sorunlarına karşı önlemlerin alınmasını sağlar. Yanlış beslenme alışkanlıkları kişilerin obezite gibi ciddi hastalıkları ile karşı karşıya kalmasına neden olur. Bunun önüne geçmek için diyetisyenlerin vermiş olduğu listeye uyulması ve sağlıklı bir şekilde kilo verme sürecinin tamamlanması gerekir. Bunların yanı sıra diyetisyenlerin yaptıkları arasında şunlarda yer alır; Besin analizlerini gerçekleştirirlerKişiye özel olarak besin ögelerini belirler ve yine kişiye özel olacak şekilde bir beslenme programı hazırlarlarDiyet ürünlerinin geliştirilmesini sağlarlar

Yorgunluk için hangi bölüme gidilir, randevu alınır?

Kişinin kendini yorgun hissetmesi bazı zamanlarda yaşanabilen doğal bir süreçtir. Yoğun bir iş temposunun ardından günün sonunda herkes kendini yorgun hisseder. Ancak bazı kişiler için durum pek de bu seyirde ilerlemez. Kişinin kendini sürekli olarak yorgun ve halsiz hissetmesi, kronik yorgunluk sendromu olarak tanımlanır. Kronik yorgunluk sendromu, kişilerin uzun süreli yorgunluk hissi yaşadıkları ve bu yorgunluklarını dinlenme ile geçiremedikleri bir durumdur. Kronik yorgunluk kişilerin psikolojilerini etkilediği gibi günlük rutin işlerini yapmalarına da engel olur. Bu nedenle kişilerin bu sorun ile ilgili olarak mutlaka bir uzman hekimden yardım alması gerekir. YORGUNLUK NEDEN OLUR?Kronik yorgunluk olarak tanımlanan ve uzun süre kendini hissettiren bu durum, farklı sağlık sorunlarının habercisi olabilir. Bu nedenle çok fazla vakit kaybı yaşamadan kişilerin mutlaka bir uzmanda muayene olması gerekir. Yorgunluğa neden olan etmenler ise şu şekilde sıralanabilir; Stres seviyesinin yükselmesiKansızlıkKaraciğer hastalıklarıKalp hastalıklarıBöbrek yetmezliğiVitamin ve mineral eksikliğiMetabolik hastalıklarHormonal sorunlarKanserDepresyonUyku düzensizliğiPsikolojik rahatsızlıklarTiroid hastalıklarıEnfeksiyonYORGUNLUĞUN BELİRTİLERİ NELERDİR?Kronik yorgunluğa neden olan ana sağlık sorunlarının tespit edilmesi ve asıl sorunun tedavi edilmesi oldukça önemlidir. Kişilerin dinlenmesine rağmen kendini hala yorgun hissetmesine ek olarak, bu belirtilerden birinin ya da birkaçının meydana gelmesi, kronik yorgunluğu işaret eder; Bağırsak düzeninin bozulmasıBağışıklık sisteminin zayıflamasıBoğaz ağrısıDepresyonEnerji kaybıİş ve sosyal hayata karşı olumsuzlukKas ve eklem ağrısıMide bulantısıPsikolojik yorgunluk belirtileriSürekli yorgunluk ve uyku haliUnutkanlıkUyku sorunlarıKRONİK YORGUNLUK NASIL TEŞHİS EDİLİR?Kronik yorgunluğun teşhis edilmesi oldukça zordur. Nitekim farklı birçok hastalık ile benzer semptomlara sahiptir. Bu nedenle tanı koymak için ilk olarak olası hastalıkların araştırılması ve elenmesi gerekir. Uzman hekimler genel olarak kan tahlilleri ve fiziki muayene yaparak hastaların durumunu değerlendir. Aynı zamanda kronik yorgunluğa neden olan faktörlerin araştırılması için de bazı kronik yorgunluk sendromu testleri yapılır. Bu testler arasında tiroit fonksiyon testleri, uyku apnesi testi, kalp ritim testleri yer alır. KRONİK YORGUNLUK NASIL TEDAVİ EDİLİR?Oldukça zor ve uzun bir tedavi sürecine sahip olan kronik yorgunluk sendromunda, uzmanlar tarafından belirtilerin hafifletilmesi için ilaç önerilebilir. Antidepresanlar ve ağrı kesiciler bu tedavide kullanılır. Aynı zamanda bu destek tedavilerde sürece dahil edilir. Bu destek tedaviler ise şu şekilde sıralanır; Fiziksel aktiviteDüzenli ve sağlıklı beslenme alışkanlığının kazanılmasıPsikolojik destek alınarak stres seviyesinin azaltılması ve ruh halinin iyileştirilmesiKRONİK YORGUNLUĞU ÖNLEMEK İÇİN NASIL ÖNLEMLER ALINABİLİR?Kronik yorgunluğun önlenmesi için kişilerin düzenli olarak hareket ediyor olması oldukça önemlidir. Bunun için ağır egzersizlere gerek yoktur. Tempolu yürüyüşler, bisiklet turları ya da farklı bir spor aktivitesi tercih edilebilir. Su tüketiminin arttırılması, düzenli ve sağlıklı beslenme alışkanlığının edilmesi, alkollü içecek ve tütün ürünlerinin kullanılmaması, metabolizmanın düzenli çalışmasını sağlayacak sebze ve meyve tüketimlerine özen gösterilmesi gerekir. YORGUNLUK İÇİN HANGİ BÖLÜMDEN RANDEVU ALINIR?Kişinin kendini sürekli olarak yorgun hissetmesi halinde, sağlık kuruluşlarının iç hastalıklar polikliniğinden ya da romatoloji polikliniğinden randevu alması gerekir. İlk muayenenin ardından uzman hekimler, diğer branşlardaki meslektaşları ile konsültasyon yaparak, hastaların tedavi sürecini başlatır.

Laktoz intoleransı için hangi bölüme gidilir, randevu alınır?

Laktoz intoleransı, süt ve süt ürünlerinde bulunan laktozun sindirilememesi durumunda ortaya çıkan bir sağlık sorunudur. Bu durumda, bağırsaklarda yeterli miktarda laktaz enzimi bulunmaz ya da yeterince etkili çalışmaz. Laktoz intoleransı olan bireyler süt ve süt ürünleri tükettiklerinde sindirim problemleri yaşarlar, bu da yaşam kalitesini önemli ölçüde etkileyebilir. Peki, bu rahatsızlığı yaşayanlar, hangi bölüme başvurmalıdır? Detaylar için buyurun yazımıza... Laktoz İntoleransı Nedir?Laktoz intoleransı, sütte bulunan doğal bir şeker olan laktozun sindirilememesi durumudur. Bağırsaklarda bulunan laktaz enzimi eksikliği ya da işlev bozukluğu nedeni ile ortaya çıkar. Bu durum, süt ya da süt ürünleri tüketildiğinde; ishal, karında şişkinlik ve fazla gaz gibi şikayetlere neden olur. Semptomlar, süt ya da süt ürünleri alındıktan yarım saat ile iki saat sonra başlar. Laktoz intoleransının en bilinen nedenleri arasında; yaşlanma, bağırsak ameliyatı geçmişi, ince barsak enfeksiyonları ve çölyak hastalığı yer alır. Bu durumun tipik belirtileri arasında; ishal, bulantı, karın ağrısı, şişkinlik, fazla gaz çıkarma, yağlı dışkı ve süt ürünlerini tolere edememe bulunur. Laktoz İntoleransının Çeşitleri Nelerdir?Laktoz intoleransının iki temel çeşidi bulunmaktadır: Primer (birincil) ve sekonder (ikincil) laktoz intoleransı olarak adlandırılan formlar. Primer laktoz intoleransı, yaş ile birlikte laktaz enziminin üretiminin azalması ile birlikte ortaya çıkar ve en sık görülen türdür. Bu türün genetik bir hastalık olduğu düşünülmekte ve bazı toplumlarda daha yaygın olduğu bilinmektedir. Örneğin, Avrupalılar arasında %5-17, Amerikalılar arasında %44, Asya ve Afrika kökenli kişilerde ise %60-80 oranında görülür. Sekonder laktoz intoleransı ise daha nadir görülür. Bu tür, mide hastalıkları ya da çölyak hastalığı gibi sindirim sistemi rahatsızlıklarına bağlı olarak gelişir. Bu hastalıklarda bağırsaklarda oluşan enflamasyon, laktaz üretimini etkileyerek laktoz intoleransına yol açabilir. Laktoz İntoleransının Nedenleri Nelerdir?Laktoz intoleransının nedenleri çeşitli faktörlere dayanır: Sindirim sistemi hastalıkları, özellikle mide ve bağırsakların enflamasyonu, laktaz enzimi üretimini azaltabilir ve laktoz intoleransına neden olabilir. Örneğin, çölyak hastalığı.Primer laktoz intoleransı, yaş ile birlikte laktaz enzimi üretiminde azalma eğilimi gösteren genetik bir durumdur. Bazı toplumlarda daha sık görülmesi, genetik yatkınlığa işarettir.Süt ve süt ürünleri tüketimi, laktoz intoleransı semptomlarını tetikleyebilir.Laktoz İntoleransının Semptomları Nelerdir?Laktoz intoleransının semptomları şöyledir: ŞişkinlikAcil tuvalete gitme isteğiBulantıKusmaAbdominal kramplarİshalBel ağrısıGazKabızlıkLaktoz İntoleransı İçin Hangi Bölüme Gidilmelidir?Laktoz intoleransı için gıda intolerans testleri oldukça önemlidir. Bu testler Alerji ve Klinik İmmünoloji bölümlerinde uygulanır. Bu nedenle bu bölümden randevu alınması gerekir. Laktoz intoleransı ile ilgili tedavi ve tanı sürecinde Gastroenteroloji, Çocuk Gastroenterolojisi, İç Hastalıkları (Dahiliye) ve Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları (Pediatri) gibi alanlara da başvurabilirsiniz. Laktoz İntoleransı Tanısı Nasıl Konur?Laktoz intoleransı tanısı, öncelikle semptomların süt ve süt ürünleri tüketimi ile ilişkilendirilmesiyle başlar. Semptomlara ek olarak, tanıyı desteklemek için çeşitli testler uygulanır: Laktoz tolerans testi: Bu testte, normal bireylerde laktoz tüketimi sonrası kan glukoz seviyeleri artar. Ancak; laktoz intoleransı olan bireylerde glukoz ve galaktoz parçalanamadığı için kan glukoz düzeyinde artış olmaz.Dışkı asidi testi: Sindirilmemiş laktoz, kalın bağırsakta bakteriler tarafından fermente edilerek laktik asit oluşturur. Dışkıda laktik asidin ölçülmesi, laktoz intoleransının varlığını belirlemeye yardımcıdır.Hidrojen solunum testi: Sindirilmemiş laktoz, bağırsaklarda hidrojen oluşumuna neden olur. Bu testte, laktoz içeren bir gıda tüketildikten sonra belirli aralıklar ile nefeste hidrojen seviyeleri ölçülür.Endoskopik biyopsi: Kesin tanı için, endoskopik yöntem ile bağırsaktan alınan biyopsi örneğinde laktaz enziminin eksikliği gözlemlenir.

Kol ağrısı için hangi bölüme gidilir, randevu alınır?

Kol ağrısı, günlük aktiviteleri kısıtlayabilen bir sorundur ve pek çok farklı nedenden kaynaklanabilir. Omuzdan parmaklara kadar herhangi bir yerde görülebileceği gibi her iki kolda da görülebilir. Bu ağrı, çoğu zaman bir yaralanma ya da aşırı güç uygulamaktan kaynaklanır; ama altında yatan başka sağlık sorunları da olabilir. Dolayısı ile, kol ağrısının nedenini belirlemek ve uygun tedaviyi almak için uygun doktora başvurmak önemlidir. Peki, kol ağrısı için hangi bölüme başvurulmalıdır? Bu makalede, bu sorunun cevabını inceleyecek, kol ağrısı ile ilgili çeşitli detayları size sunacağız. Kol Ağrısı Nedir?Kol ağrısı, çeşitli faktörlerden kaynaklanabilen bir rahatsızlıktır ve boyun ya da üst omurga ile ilgili sorunlardan kaynaklanır. Kemikler, kaslar, tendonlar ve sinirlerdeki yaralanma, iltihaplanma ya da baskı sonucu ortaya çıkar. Bu ağrı tek bir noktada yoğunlaşabilir ya da yayılarak farklı bölgelere yayılabilir. Sol kol ağrısı ya da sağ kol ağrısı şeklinde kendini gösterebilen ağrı, bazı durumlarda her iki kolu da etkileyebilir Kol Ağrısı Belirtileri Nelerdir?Kol ağrısı çeşitli şekillerde kendini gösterebilir ve; şiddetli, hafif, bıçaklama, kasılma gibi farklı belirtiler ile ortaya çıkar. Bu belirtiler, zaman ile yavaşça gelişebileceği gibi aniden de başlayabilir. Kol ağrısının belirtileri şunlardır: KızarıklıkMorarmaHassasiyetSınırlı hareketSertlikŞişmeZayıflıkUyuşuklukKarıncalanmaKol altında şişmiş lenf bezleriDirsek, bilek ve kolda ağrı, güçsüzlük, dirseğin dış tarafında hassasiyet: Tenisçi dirseği (lateral epikondilit) olarak adlandırılan durumda ortaya çıkabilir. Bilek, el ve parmaklarda görülen karpal tünel sendromu: Avuç içinde, parmaklarda güçsüzlük, karıncalanma ve uyuşma gibi belirtiler ile kendini gösterir. Kol Ağrısı İçin Hangi Bölüme Başvurulmalıdır?Kol ağrısı yaşayanlar, ilk olarak Ortopedi bölümüne başvurur. Bu bölümde; kaslar, eklemler ve kemiklerde oluşabilecek herhangi bir sorun incelenerek tedavi edilir. Ancak; sorun sinirler ile ilgili ise, Nöroloji devreye girer. Burada yapılan testler ve teşhisler ile sinirlerdeki sorunlar belirlenir ve uygun tedavi yöntemleri uygulanır. Kol Ağrısı Tanısı Nasıl Konulur?Kol ağrısı ile ilgili bir doktora başvurduğunuzda, öncelikle doktor hastalık geçmişinizi detaylı bir şekilde öğrenecektir. Ağrının türü, etkilediği bölge ve ne kadar süredir olduğu gibi faktörler incelenir ve belirlendikten sonra gereken testler istenir. Eğer kol ağrısı bir travmanın ardından ortaya çıktı ise, doktor ilk olarak kırık olup olmadığını kontrol etmek için röntgen isteyecektir. Boyun ağrısı, uyuşma ya da güç kaybı gibi semptomlar ile birlikte olan kol ağrısında, olası boyun fıtığını belirlemek için Manyetik Rezonans Görüntüleme (MR) yapılır. Dinlenme ile geçmeyen ve özellikle omuzda olabilecek sorunlar düşünüldüğünde, omuzda meydana gelen patolojileri değerlendirmek amacı ile omuz MR'ı çekilebilir. Karpal tünel sendromu ya da ulnar sinir sıkışması gibi durumlar şüphelenildiğinde, tanı elektromiyografi (EMG) gibi testler ile konulur. Kol Ağrısı Evde Hafifletilebilir Mi?Kol ağrısını hafifletmek için çeşitli yöntemler denenebilir. Evde uygulanabilecek bazı tedaviler bulunmaktadır. İşte kol ağrısını geçirmenin bazı yolları: Aktivitelerinize mola verin.Kolunuzu dinlendirin.Ağrıyı hafifletmek için; ağrı kesici haplar, kremler ya da bantlar kullanabilirsiniz. Bu ürünler; mentol, diklofenak sodyum, lidokain gibi maddeler içerir ve kol ağrısını azaltmada etkilidir.Şişlik var ise, kolunuzu yükseltilmiş bir pozisyonda tutmaya özen gösterin.Şişme var ise, bölgeyi sıkıştırma bandı gibi bir malzeme ile sararak destekleyin.Buz uygulayarak ağrı ve şişliği azaltmaya çalışın.

Kilo için hangi bölüme gidilir, randevu alınır?

Kilo almak isteyen ya da kilo vermek isteyen pek çok kişi için doğru bölüme başvurmak önemlidir. Kimi zaman kilo almak da, kilo vermek kadar zorlayıcı olabilir ve bu noktada doktorun rehberliği çok önemlidir. Bu nedenle, hem kilo almak isteyenler hem de vermek isteyenler hangi doktora gitmeleri gerektiğini merak ederler. Doğru bölümde, doğru doktorun kontrolünde alınacak doğru adımlar, kilo alma ve verme sürecindeki başarı için önemlidir. Bu makalede, kilo almak ya da kilo vermek isteyenlerin hangi bölüme başvurması gerektiğinden ve zayıflık ya da fazla kilonun sebeplerinden bahsedeceğiz. Zayıflığın Nedenleri Nelerdir?Aşırı fiziksel aktivite ya da egzersiz programları yapmak zayıflığa sebep olur.Hızlı metabolizma, zayıflığa neden olur.Besin alımında düzensizlik ya da yetersiz beslenme alışkanlıkları da kilo kaybına neden olur.Reflü gibi sindirim sorunları, kilo verme sorununa neden olabilir.Emilim ve sindirim sistemindeki bozukluklar, sindirim sorunları ya da besinlerin yetersiz emilimi zayıflık sebeplerindendir.İştahsızlık, yemek yeme isteğinin azalması, kilo vermeye sebep olur.Psikolojik faktörler, depresyon, anksiyete ya da obsesif kompülsif bozukluk gibi durumlar, kilo vermeye neden olabilir.Ghrelin hormonunun az çalışması, iştahı artıran hormonun düşük seviyelerde olması kiloyu ideal düzeyde tutmayı zorlaştırır.Şeker hastalığı da zayıflık sebeplerindendir.Radyasyon tedavisi de zayıflığın nedenlerindendir.Fazla Kilonun Nedenleri Nelerdir?Hareketsizlik ve aşırı beslenme, kilo alımının en önemli nedenlerindendir.Genetik faktörler, ebeveynlerden gelen genetik yatkınlık, kilo alımında rol oynar.Sigara bırakma ya da evlilik gibi yaşam değişiklikleri iştahı artırarak kilo alımına neden olabilir.Hormonal faktörler; tiroid bezi sorunları, polikistik over sendromu gibi durumlar kilo artışına yol açabilir.Yaş ilerledikçe kilo alma eğilimi artar, özellikle gebelik, emzirme ve menopoz dönemlerinde kilo alımı sık görülür.Alkol tüketimi, depresyon, psikolojik sorunlar, emeklilik ya da gece vardiyasında çalışma gibi sosyal etmenler de kilo alımını etkileyebilir.Zayıflığa Hangi Bölüm Bakar?Zayıflık sorunu yaşayanlar için başvurulacak ilk adres Dahiliye, Beslenme ve Diyetetik ve Gastroenteroloji’dir. Fazla Kiloya Hangi Bölüm Bakar?Fazla kilo sorunu yaşayan hastalar, ilk olarak Endokrinoloji’ye, Beslenme ve Diyetetik’e, Psikiyatri’ye başvurmalıdır. Beslenme ve Diyetetik Birimi Nedir?Sağlıklı yaşamın temel taşlarından biri, doğru beslenmeye odaklanmaktır. Dengeli ve düzenli beslenme, pek çok hastalığın önlenmesinde kilit bir rol oynar. Sağlık kuruluşlarında ve hastanelerde, kişilerin yaşam kalitesini artırmak amacı ile sağlıklı ve dengeli beslenme alışkanlıklarını benimsemelerine yardımcı olmak için hizmet veren birime "Beslenme ve Diyetetik birimi" adı verilir. Bu birim, kişilere metabolizma aktivitelerine uygun beslenme planları hazırlayarak daha sağlıklı bir yaşam tarzına geçişlerinde rehberlik eder. Bu birim, çeşitli ihtiyaçlara yönelik hizmetler sunar. Bunlar arasında sağlıklı kilo alma ya da kilo verme, diyabet (şeker hastalığı) yönetimi için doğru beslenme, hamilelik döneminde sağlıklı beslenme gibi konular bulunur. Beslenme Ve Diyetetik Hangi Durumlar ile İlgilenir?Beslenme ve Diyetetik biriminin ilgi alanı oldukça geniştir. Bu birim, aşağıdaki hastalıklara ve durumlara odaklanarak danışanlara destek sağlar: Sağlıklı kilo vermeSağlıklı kilo almaÇocukluk döneminde beslenme problemleriSporcu BbslenmesiAlerji - besin intoleransıDiyabet hastalarının beslenme sorunlarıHamilelik ve emzirme dönemi beslenme sorunlarıMide ve bağırsak hastalıklarında beslenme problemleriKişiye özel beslenme programlarıYeme davranış bozuklukları

Karın şişliği için hangi bölüme gidilir, randevu alınır?

Karın şişkinliği, insanların sıklıkla karşılaştığı ve rahatsız edici bir durumdur. Bu durum, çoğu zaman irritabl barsak sendromu gibi sindirim sistemi hastalıklarının bir belirtisi olarak ortaya çıkar ve karında belirgin bir artış ve basınç hissi ile karakterizedir. Ama; bazı durumlarda altta yatan ciddi sağlık sorunlarının habercisi de olabilir. Karın şişkinliği yaşayan kişiler, hangi uzmana başvuracaklarını merak ediyorlar. Karın şişkinliği için genelde bir Gastroenterolog ya da İç Hastalıkları doktoruna başvurulması önerilir. Bu yazıda, karı şişkinliği ile ilgili farklı detayları sizinle paylaşacağız. KARIN ŞİŞLİĞİ NEDİR?Karın şişliği, genellikle sindirim sisteminde biriken gaz ya da hava nedeni ile oluşan, karın bölgesinin gergin ve dolu hissedilmesi durumudur. Bu durum, sindirim sistemindeki gazın ya da hava birikiminin artması ile ortaya çıkar ve karnın şişkin ve dolu hissedilmesine neden olur. Aynı zamanda hassas bağırsak sendromu, gıda intoleransı ya da adet dönemi gibi durumlar da karın şişkinliğine yol açabilir. Bu durumlar ile birlikte karın bölgesinde hassasiyet ve hatta bazen ağrı da görülebilir. Hamilelik, sindirim sistemi bozuklukları veya çeşitli fiziksel rahatsızlıklar da karın şişkinliğine sebep olabilir. Karın şişkinliği, rahatsızlık hissi yaratır ve altta yatan nedene bağlı olarak değişen şiddetlerde ortaya çıkabilir. Şiddetli ve sürekli karın şişliği olanlar mutlaka doktora başvurmalıdır. KARIN ŞİŞLİĞİNİN SEMPTOMLARI NELERDİR?Mide ve göbeğin üst kısmında yanma hissiİshal olma ya da bağırsak hareketlerinde düzensizlikMide bulantısı hissiBelirli aralıklar ile geğirmeAteşKarın bölgesinde ağrı & rahatsızlık hissiKusma eğilimiKARIN ŞİŞLİĞİ İÇİN HANGİ BÖLÜME BAŞVURULMALIDIR?Karın şişliği sorunu ile karşılaşanlar, Dahiliye, Genel Cerrahi ya da Gastroenteroloji bölümlerine başvurmalıdır. Tanı için kolonoskopi, endoskopi gibi görüntüleme yöntemleri kullanılır. Doktorlar, duruma bağlı olarak ilaç tedavisi ya da yaşam tarzı değişiklikleri gibi çeşitli tedavi yöntemleri önerirler. Özellikle kişiye özel beslenme programları oluşturarak, sağlıklı bir yaşam tarzının benimsenmesine yardımcı olurlar. KARIN ŞİŞLİĞİNİN NEDENLERİ NELERDİR?Stres, vücutta pek çok soruna yol açabileceği gibi karın şişkinliğinin de nedenlerinden biri olabilir.Yüksek karbonhidrat içeren besinlerin fazla tüketilmesi bağırsakların düzensiz çalışmasına neden olabilir; bu da karın şişkinliğine yol açabilir. Lif açısından zengin gıdalar ise bağırsak hareketlerini artırarak şişkinlik riskini azaltabilir.Karın şişliği çoğunluk ile sindirim sistemi hastalıklarının bir sonucudur. Bu hastalıklar arasında çölyak, irritabl bağırsak sendromu, mide ve bağırsak kanseri, ülser, gastrit, kabızlık, safra kesesi bozuklukları ve mide fıtığı bulunur.Bazı insanlar belirli besinlere karşı hassasiyet gösterebilir, özellikle; süt, şeker, yumurta, soya, glüten, buğday ve mısır gibi gıdalara karşı alerjiler karın şişkinliğine neden olabilir. Bu gıdaların tüketilmesi ile hazımsızlık ve şişkinlik meydana gelebilir.Vücutta aşırı sıvı birikmesi, özellikle yüksek sodyum ve potasyum içeren besinlerin tüketilmesi ya da hareketsiz bir yaşam tarzı ödeme neden olabilir.KARIN ŞİŞLİĞİNİ HAFİFLETMEK İÇİN NELER YAPILABİLİR?Lifli gıdalar sindirim sistemini düzenler ve kabızlığı önler, böylece karın şişkinliğini azaltır.Karın şişkinliğine neden olan yiyeceklerden kaçınmak, gaz oluşumunu azaltarak şişkinliği hafifletir.Hafif egzersizler, sindirim sistemini hareketlendirerek karın şişliğini azaltmaya yardımcı olur.Yeterli miktarda su içmek, karın şişkinliğini azaltır.Hızlı yemek yemek, hava yutarak ve sindirim sorunlarına neden olarak karın şişkinliğine yol açabilir. Bu nedenle yemeği yavaş yemek önemlidir.

Kalp için hangi bölüme gidilir, randevu alınır?

Pek çok sağlık sorunu ile karşılaşabilmekteyiz ve her birinin nedenleri ile sonuçları farklılık gösterebilir. Fakat; yaşanan rahatsızlıklar karşısında en önemli adım, bir an önce doktora başvurarak muayene olmaktır. Ama, yaşanan rahatsızlığa göre hangi bölüme gidilmesi gerektiği merak edilmektedir. Örneğin; kalp sağlığı ile ilgili bir sorun yaşandığında hangi doktora başvurmak gerekir? Bu yazıda, bu sorunun cevabını bulabileceksiniz. KALP İÇİN HANGİ BÖLÜME BAŞVURULUR?Kalp sağlığı, herkesin dikkat etmesi gereken bir konudur; kalp rahatsızlıkları ani ve ciddi sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle, kalp ile ilgili semptomlar yaşayan kişilerin vakit kaybetmeden doktora başvurması önemlidir. Bu durumda, kalp rahatsızlıkları için hangi doktora gidilir sorusu merak edilir. Kalp ile ilgili rahatsızlık durumunda en uygun bölüm Kardiyoloji’dir. Kardiyoloji bölümünde kalp ve dolaşım sistemi ile ilgili her türlü rahatsızlık detaylı bir şekilde incelenerek bir tedavi planı oluşturulur. KARDİYOLOJİ NE DEMEK?Kardiyoloji, kalp ve dolaşım sistemi ile ilgili hastalıkları inceleyen bir birimdir. Eskiden iç hastalıkları (Dahiliye) bölümünün bir parçası olan Kardiyoloji, günümüzde ayrı bir anabilim dalı olarak kabul edilir. Kalp ve dolaşım sistemi ile ilgili belirtiler gösteren kişiler, örneğin; çabuk yorulma, siyanoz, çarpıntı, bayılma, gece idrara çıkma, ödem, nefes darlığı, göğüs ağrısı gibi durumlar, Kardiyoloji bölümünden randevu almalıdır. KARDİYOLOJİ HASTALIKLARI HANGİ SEMPTOMLAR GÖSTERİR?Kardiyoloji hastalıklarında ortaya çıkabilen belirtiler şunlardır: ÇarpıntıSenkop olarak da bilinen bayılmaİmpotans (sertleşme problemi)Kalp yetmezliğine bağlı gelişen dispne (solunum güçlüğü)Solunum güçlüğünün artması ile ortaya çıkan ortopneGece idrara çıkmaKalp yetmezliğinin karakteristik belirtisi olan paroksismal noktürnel dispne, yani uykudan uyandıracak kadar ağır nefes darlığıKalp kapakçıkları ile ilişkili problemlerde görülebilen hemoptizi (kan kusma)Bazı kalp hastalıklarında istemsiz kilo kaybıArter hastalığına sahip kişilerde anjina pektoris olarak bilinen göğüs ağrısıBu belirtiler, Kardiyoloji hastalıklarında sıkça gözlemlenen semptomlardır ve hastalığın türüne ve de ciddiyetine bağlı olarak semptomlar değişiklik gösterirler. KARDİYOLOJİ HANGİ HASTALIKLAR İLE İLGİLENİR?Kardiyoloji bölümünün ilgilendiği hastalıklar arasında şunlar yer alıyor: HipertansiyonKardiyak tümörler (primer tümörler)Perikardiyal efüzyonMiyokart infarktüsüEndokart hastalıklarıPerikard tamponadıİskemik kalp hastalıklarıAtriyal miksomaWolf Parkinson White SendromuPeriferik arter hastalıklarıAterosklerotik koroner arter hastalığıAkut koroner sendromuAnjina pektorisTrisküspit stenozuAort yetmezliğiPulmoner yetmezlikKardiyomiyopatiAkut miyokarditKardiyak arrestKardiyak aritmilerAort darlığıPulmoner stenozMitral kapak yetmezliğiMitral kapak darlığıKALP HASTALIKLARINDA HANGİ TANI YÖNTEMLERİ KULLANILIR?Kalp hastalıklarını teşhis etmek ve kalp fonksiyonlarını değerlendirmek için Kardiyoloji’de kullanılan çeşitli tanı yöntemleri bulunmaktadır. Sıkça kullanılan tanı yöntemlerinden bazıları şöyledir: Bilgisayarlı tomografi (BT): X-ışınları kullanılarak kalp ve dolaşım sistemi ile ilgili yapıların kesitsel görüntüleri elde edilir.Ekokardiyografi: Ses dalgaları kullanılarak kalbin fonksiyonları ve iç yapısı incelenir.Stres testleri: Kalp atımını hızlandıran ilaçlar ile yapılan testlerdir. Kalbin stres altındayken nasıl tepki verdiğini değerlendirir.Kalp kateterizasyonu ve anjiyografi: Bir kateter aracılığı ile kalbe girilir; kalp ve damarlar direkt olarak görüntülenir.Elektrokardiyografi (EKG ya da ECG): Kalbin elektriksel aktivitesi ve ritmi kaydedilir. Bu test, kalp ritim bozuklukları gibi sorunları tespit etmede kullanılır.Manyetik rezonans görüntüleme (MR): Manyetik alanlar ve radyo dalgaları kullanılarak kalp ve çevresindeki dokuları detaylı görüntülemeye yarar.

Kemik ölçümü için hangi bölüme gidilir, randevu alınır?

Kemik ölçümü testi, kemik sağlığını değerlendirmek ve kemik yoğunluğundaki değişiklikleri belirlemek için kullanılan bir tıbbi görüntüleme yöntemidir. Kemiklerin mineral miktarını belirleyerek kemik yoğunluğunu ölçer. Kemik yoğunluğundaki azalma ya da mineral kaybı, kemik erimesi gibi hastalıkların belirtilerini oluşturabilir. Bu nedenle kemik ölçümü önemlidir. Peki kemik ölçümü testi için hangi birime başvurmak gerekir? Bu yazıda, bu test ile ilgili detayları ve nereye başvurmanız gerektiğini öğreneceksiniz. KEMİK ÖLÇÜMÜ NEDİR?Kemik ölçümü, kemik mineral yoğunluğunu belirlemek ve böylece kemik sağlığını değerlendirmek için kullanılan bir tıbbi inceleme yöntemidir. Kemiklerimiz, yaşam boyunca çeşitli faktörlere maruz kalır ve kemik ölçümü, bu değişimleri izleyerek potansiyel riskleri belirlememize yardımcı olur. Bu yöntem, kemiklerin ne kadar güçlü ve dayanıklı olduğunu belirlemede önemli bir rol oynar. Özellikle osteoporoz gibi kemik hastalıklarının erken teşhisinde ve kırık riskinin belirlenmesinde kullanılır. Kemik ölçümü için iki yaygın yöntem vardır: DEXA ve QCT. DEXA, düşük dozda X-ışınları kullanarak belirli bölgelerin kemik mineral yoğunluğunu ölçerken, QCT bilgisayarlı tomografi (CT) taramalarını kullanarak kemik mineral yoğunluğunu bölgesel olarak değerlendirir. Elde edilen veriler ile kemik mineral yoğunluğu belirlenir. KEMİK ÖLÇÜMÜ İÇİN HANGİ BÖLÜME GİDİLMELİDİR?Kemik ölçümü için Ortopedi ya Romatoloji bölümüne başvurulur. Buradaki doktorlar, kemik sağlığı ile ilgili değerlendirme ve tedavi süreçlerinde danışanlarına rehberlik ederler. KEMİK ÖLÇÜMÜ NASIL YAPILIR?Kemik ölçümü, kemik yoğunluğunun belirlenmesi için yapılan bir yöntemdir. Genelde omurga ve kalça kemiği gibi kemik erimesinin sık görüldüğü bölgeler incelenir. Bu ölçüm sırasında özel bir görüntüleme cihazı kullanılır ve düşük dozda radyasyona maruz kalınır. Hastanın çekim sırasında hareketsiz olması ve metal eşyalarını çıkarması önemlidir. Ölçüm süreci yaklaşık olarak yarım saat sürer ve bu süreçte hastanın rahat bir pozisyonda uzanması gerekir. Kemik ölçümü, kemik erimesi gibi hastalıkların belirlenmesine yardımcı olan önemli bir yöntemdir. KEMİK ÖLÇÜMÜNÜ KİMLER YAPTIRMALIDIR?Kemik ölçümü yaptırması gereken gruplar şunlardır: 65 yaşından büyük ve risk faktörleri taşıyanlarBeklenmedik şekilde küçük darbeler sonucunda kırık yaşayanlarYılda 2,5 cm ve üzerinde boy kısalması yaşayanlarAilede kalça kırığı gibi kemik rahatsızlıklarına dair öyküsü olanlarMenopoz sonrası uzun boylu ve zayıf kadınlarRöntgen sırasında kemik yoğunluğu düşüklüğü tespit edilenlerKemik hassasiyeti yaşayanlarUzun süre hareketsiz kalanlarOsteoporoz teşhisi konmuş ya da bu teşhisten şüphesi olanlarAşırı alkol, kafein ve sigara tüketimi olanlarTiroid ilaçları ve kronik rahatsızlıklara bağlı ilaçları uzun süre kullananlar,Kalsiyum alımı yetersiz olanlar,Daha önce omurga kırığı geçirmiş olanlarKEMİK ÖLÇÜMÜNDEN SONRA SÜREÇ NASILDIR?Kemik ölçümü çekimi sonrası elde edilen sonuçlar, doktor tarafından incelenir. Bu değerlendirmenin ardından hastanın durumu değerlendirilir ve gerekli teşhis konulur. Eğer kemik ölçümü sonuçları normal çıkar ise, ek tedbir alınması gerekmez ve hasta için rutin kontrol önerilir. Ancak; kemik erimesi gibi sorunlar tespit edilir ise, doktor gerekli tedaviyi başlatır. KEMİK ÖLÇÜMÜ TESTİ GÜVENİLİR MİDİR?Kemik ölçümü, diğer radyasyon içeren görüntüleme yöntemleri gibi düşük dozda risk taşıyan bir testtir. Fakat; bu risk, minimal düzeydedir ve doktorlar tarafından süreç kontrol altında tutulur. Kemik ölçümünün yapılması, genellikle gereksiz durumlarda tavsiye edilmez; ama bazı önemli kemik rahatsızlıklarının teşhisinde ve tedavisinde yardımcı bir yöntemdir. Bu nedenle önemlidir.

Kolesterol için hangi bölüme gidilir, randevu alınır?

Kolesterolün önemli bir sağlık sorunu olduğunu bilmek, sağlıklı yaşam için önemli bir adımdır. Kolesterol, vücudunuzdaki hayati işlevler için gerekli olan bir yağ türüdür. Endokrin sistem ve sindirim sistemini etkileyen kolesterol, hayvan hücrelerinin zarlarında bulunur ve kan plazmasında taşınır. Ancak; kolesterol seviyeleri yükseldiğinde ya da düştüğünde, kalp hastalığı riski artabilir. Peki, kolesterol nedir? Kolesterol değerleri kaç olmalıdır? Kolesterol için hangi bölüme gidilmelidir? Bu soruların yanıtları, yazımızda! Kolesterol Nedir?Kolesterol, insan vücudunda bulunan ve karaciğerde sentezlenen bir lipid ya da yağ türüdür. Bu mumsu yapıdaki madde, hücre zarları ile bazı hormonların ve D vitamininin üretilmesinde önemli bir rol oynar. Vücutta kolesterol, kan dolaşımında taşınmak üzere lipoproteinler adı verilen protein-hücre yağ kompleksleri ile bir arada bulunur. İki çeşit kolesterol vardır: LDL denilen düşük yoğunluklu lipoprotein ve HDL denilen yüksek yoğunluklu lipoprotein. LDL, kolesterolün dolaşımını gerçekleştirirken, HDL kolesterolün dokulara ve karaciğere taşınmasına yardımcı olur. Kolesterol seviyelerinin yüksek olması, damar sertliği ve plak oluşumu gibi olumsuz etkilere yol açabilir. Bu plaklar, zamanla damarları daraltabilir ve kan akışını engelleyebilir, bu da çeşitli sağlık sorunlarına neden olabilir. Kolesterolün Görevleri Nelerdir?Sinir dokularını ve alyuvarları güçlendirmek.Kortizol ve üreme hormonlarının sentezine katkıda bulunmak.D vitamini sentezine yardımcı olmak.Bağırsakta sindirim için safra asitleri üretmek.Cilt altındaki mikroplara karşı koruma sağlamak.Hücre duvarlarının yapısal bileşenlerine katkı sağlamak.Vücuttaki su dengesini düzenlemek.Kolesterol Değerleri Nasıl Olmalı?Kolesterol değerleri, sağlık açısından önemli bir gösterge olup, kalp hastalığı riskini belirlemede yardımcı olur. Günümüzde, kolesterol seviyelerinin belirlenmesinde diğer risk faktörleri de dikkate alınır. Kılavuzlara göre, genel olarak kabul edilen kolesterol değerleri şu şekildedir: Açlık sonrası lipid testi ile belirlenen toplam kolesterol düzeyi, 200 mg/dL altında ise ideal kabul edilirken, 200-239 mg/dL arası sınırda, 240 mg/dL üzeri yüksek olarak değerlendirilir. LDL kolesterol düzeyi ise 130 mg/dL altında olduğunda ideal kabul edilirken, 130-159 mg/dL arası sınırda, 160 mg/dL üzeri yüksek olarak nitelendirilir. HDL kolesterol düzeyi ise 40 mg/dL altında görüldüğünde risk oluşturabilir. Sağlıklı HDL kolesterol düzeyi, kadınlarda 40 mg/dL'nin üzerinde, erkeklerde ise 50 mg/dL'nin üzerindedir. Bazı nadir durumlarda, yüksek kolesterol seviyeleri kalıtsal faktörlere bağlı olabilir. Hiperkolesterolemi adı verilen bu durum, karaciğerin LDL'yi temizlemesini engeller. Bu genetik bozukluktan etkilenen yetişkinlerde genellikle toplam kolesterol seviyeleri 300 mg/dL üzerinde ve LDL seviyeleri 200 mg/dL üzerindedir. Kolesterol İçin Hangi Birime Başvurulması Gerekir?Kolesterol için, İç Hastalıkları (Dahiliye) bölümüne başvurulur. Dahiliye doktorları, kolesterol seviyelerini ölçmek ve değerlendirmek için kan testleri yaparlar. Bu testler, toplam kolesterol, LDL (kötü) kolesterol, HDL (iyi) kolesterol ve trigliserit seviyelerini belirlemeye yardımcı olur. Test sonuçlarına göre, doktor yaşam tarzı değişiklikleri ya da ilaç tedavisi gibi tedaviler önerir. Bazı durumlarda, Dahiliye doktorları, hastaları diğer birimlere yönlendirebilir. Örneğin, kalp ve damar sağlığı sorunları ile ilgili ise Kardiyoloji bölümüne sevk edilebilirler. Kolesterol seviyelerinin tiroid hastalığı ya da diyabet gibi hormonal sorunlar ile ilişkili olup olmadığını belirlemek için ise Endokrinoloji bölümüne sevk edebilirler. Kolesterol seviyelerini kontrol altında tutmak için beslenme alışkanlıklarınıza dikkat etmek de önemlidir. Bu konuda adım atmak için Beslenme ve Diyetetik bölümüne gitmek gerekir.

Narenciye lezzetinin sağlığa faydaları

C vitamini değilse, DNA koruyucu ajan ne olabilir? Öncelikle turunçgillerde bulunan karotenoid beta-kriptoksantin, en az bir aday gibi görünüyor. Hücreleri mutajenik bir kimyasala maruz bırakırsanız, DNA zincirlerinde fiziksel kırılmalara neden olabilirsiniz. Bununla birlikte, bir saatten daha kısa bir sürede, DNA onarım enzimlerimiz DNA'mızın çoğunu yeniden bir araya getirebilir. Bu narenciye bitki besleyicisinden biraz eklersek ne olur? DNA'nın onarılma hızını etkili bir şekilde ikiye katlayabiliriz. Ancak bu bir petri kabında belirlendi. Peki ya bir insanda? Bir çalışmada denekler bir bardak portakal suyu içti ve iki saat sonra kanları alındı. Oksitleyici bir kimyasalın neden olduğu DNA hasarı düştü, oysa portakal suyu yerine portakal Kool-Aid gibi bir şeye sahip olsalardı, yardımcı olmadı Peki, daha fazla meyve yiyen insanlar daha az DNA hasarı ile mi dolaşıyor? Evet, özellikle kadınlar. Bu aslında daha düşük kanser oranlarına mı dönüşüyor? Öyle görünüyor: Tek başına narenciye, meme kanseri ihtimalinde yüzde 10'luk bir azalma ile ilişkilidir.Yeni teşhis edilmiş meme kanseri hastalarına verilen narenciye bitki besinlerinin meme dokusunda yoğunlaştığı bulundu, ancak birçoğu kendilerine verilen konsantre ekstrakt nedeniyle “narenciye geğirmesinden” şikayet etti. Bu nedenle araştırmacılar, topikal uygulamayı alternatif bir doz stratejisi olarak değerlendirerek, kadınları göğüslerine her gün portakal aromalı masaj yağı sürmeleri için işe aldı. Bu istek mükemmel bir uyumla karşılandı, ancak işe yaramadı. Aslında yemeğimizi giymek değil, yemek zorundayız. DNA onarımımızı artırmak için neden sadece karotenoid takviyeleri almıyorsunuz? Çünkü çalışmıyor. Diyet takviyeleri DNA onarımında herhangi bir değişikliğe neden olmamasına rağmen, havuç ile diyet takviyesi yaptı. Bu, “bütün gıdanın DNA onarım süreçlerini modüle etmede önemli olabileceğini…” düşündürmektedir. Portakal suyu tüketimi çocukluk çağı lösemisine karşı koruyucu bulunurken cilt kanserine karşı koruyucu bulunmadı. “Ancak en dikkat çekici özelliği narenciye kabuğu tüketiminin iddia ettiği korumaydı”. Sadece portakal suyu içmek en ciddi cilt kanseri türü riskini artırabilir. Günlük tüketim, riskte yüzde 60'lık bir artışla ilişkilendirildi. Bu nedenle, meyvenin tamamına bağlı kalmak daha iyidir. Narenciye kabuklarının bir kısmını yemeklerimize katarak ekstra bütün yiyebiliriz.

Yoğurdun cildinizi yenileyecek 8 faydası

Yoğurdun cilde faydaları hem besin olarak tüketildiğinde hem de maskesi cilde direkt uygulandığında etkisini gösterebilir. Yoğurdun cilde faydası ve iyileştirici özelliklerini keşfetmek için yazımızı inceleyebilirsiniz. Yoğurdun Cilde 8 Faydalı Özelliği1) Cildi NemlendirirYoğurdun yüze faydaları arasında nemlendirme özelliği dikkat çeker.Cildinize yavaşça süreceğiniz yoğurt, içeriğindeki laktik asit ile yüzünüzdeki yorgun görünümü azaltır.Yoğurtta B vitamini gruplarından bolca bulunur. B2 vitamini cildi nemli tutmaya yardımcı olur ve parlak ve sağlıklı bir cilde sahip olmanızı sağlar.Yoğurt cildin kurumasına engeller.Yaşlanmanın etkilerini azaltır.Haftada 2 – 3 kez uygulanan yoğurt maskesi, yumuşak bir cilde sahip olmanızı sağlayacaktır.Yoğurdun cilde faydaları İbrahim Saraçoğlu görüşlerine göre laktik asit içeriği daha yüksek olan ekşi yoğurtlarda daha etkilidir. 2) Sivilceleri GiderirYoğurtta bulunan laktik asit sivilcelerin giderilmesine yardım eder.Yoğurdun soyucu etkisi sivilce izlerinin giderilmesini destekler.Cilde bölgesel olarak uygulandığında akne ile savaşmaya yardım eder. 3) Cildi GençleştirirYoğurt yüze sürülürse içerisindeki besin maddeleri ile daha parlak ten rengi elde etmenizi sağlar.Cildi besler ve genel görünümünü iyileştirir.Yoğurt içerisinde bulunan bol miktardaki kalsiyum, sağlıklı ve zahmetsiz cilt yenilenmesine yardımcı olur.Yaşlanmayı önler.Düzenli yoğurt maskesi ile kırışıklık ve ince çizgilerin başlamasını erteleyebilirsiniz. 4) Göz Altı Morluklarına İyi GelirYoğurt göz altı morluklarının giderilmesine yardımcı olur.Soğuk bir şekilde uygulana yoğurt göz altındaki şişliklere de iyi gelir.Ancak yoğurt göz çevresinde hassasiyet ve kızarıklığa neden olabilir.Bu nedenle göz çevrenize yoğurt sürmeden önce küçük bir bölgede deneme yapmalısınız. 5) Saçları ParlatırYoğurt saç derisini nemlendirir.Yoğurt, saç için iyi bir maskedir.İçeriğindeki yüksek protein ile kepek sorunu ile savaşır.Saça parlaklık verir. 6) Cilt Lekeleri ve Sivilce İzlerini GiderirYoğurtta bol miktarda yer alan çinko, ciltte oluşan iltihaplanmayı azaltır.Yağ miktarını azaltmaya yardım eder.İçerisinde yer alan probiyotikler ile bakterileri yok eder.Güneş yanığı izlerini hafifletmeye yardım eder.Ciltteki renk değişikliğini azaltmaya yardımcı olmaktadır. 7) Hücreleri YenilerYoğurt, ölü cilt hücrelerinin düzgün şekilde alınmasını sağlar.Cildin daha hızlı yenilemesine yardım eder.Yoğurt hücre çoğalmasını ve doku büyümesini kolaylaştırır. 8) Cildi BeyazlatırYoğurtta bulunan laktik asitin cildi beyazlatan bir özelliği vardır.Cildinizi beyazlatmak için sade haldeki doğal yoğurdu cildinize hafifçe uygulayın.İnce bir tabaka halinde sürmeye dikkat edin.İsterseniz yoğurdun içine yulaf unu ve bal da karıştırabilirsiniz.

Demir eksikliği için hangi bölüme gidilir, randevu alınır?

Demir eksikliği, tıp literatüründe “anemi” olarak adlandırılır. Demir eksikliği için doğru teşhisi koymak ve uygun tedaviyi başlatmak önemlidir. Bu nedenle, demir eksikliği belirtileri hissedildiğinde hastanelerde İç Hastalıkları bölümüne başvurulması önerilir. Bu yazıda, demir eksikliği ile ilgili çeşitli detaylara değineceğiz. Demir eksikliği nedir?Demir eksikliği, vücudun normal işleyişi için gereken demir miktarının yetersiz olması ya da emiliminin az olması durumunda ortaya çıkan bir durumdur. Bu durum, vücudun hemoglobin üretmek için gerekli olan demirin yetersizliği nedeni ile kanın oksijen taşıma kapasitesinin azalmasına ve buna bağlı olarak çeşitli belirtilerin ortaya çıkmasına yol açabilir. Solgun cilt rengi, üşüme, yorgunluk, nefes darlığı ve göğüs ağrısı gibi semptomlar demir eksikliğinin belirtileri arasındadır. Demir eksikliği belirtileri nelerdir?Demir eksikliği semptomları şu şekilde sıralanmıştır: Halsizlik ve kısa sürede yorulma hissiBaş dönmesiBaş AğrısıGöğüs ağrısıNefes darlığıCiltte soluklukÜşümeBacaklarda ya da diğer vücut bölgelerinde kramplarUykusuzluk ve genel olarak bitkinlik hissiDemir eksikliği neden olur?Demir eksikliğinin nedenleri şöyle sıralanmıştır: Demir içeren besinlerin az tüketilmesiErgenlik dönemiAmeliyat ile kan kaybıAdet dönemi kanamalarıSık sık kan bağışı yapılmasıGebelik dönemiİyi ya da kötü huylu tümörlerin varlığıEndometriozisDüzensiz & sağlıksız beslenme alışkanlıklarıKürtaj gibi cerrahi müdahalelerGenetik faktörlerDemir içeren besinler hangileridir?Demir eksikliği genelde dengesiz bir beslenme alışkanlığından kaynaklanır. Bu durumu düzeltmek için demir açısından zengin gıdalar tüketmek çok önemlidir. Kırmızı etler, sakatatlar, kümes hayvanları, hindi, balık ve deniz ürünleri gibi hayvansal kaynaklar, demir bakımından zengindir. Bununla birlikte, yumurta, süt ürünleri, baklagiller, kuruyemişler, yağlı tohumlar, koyu yeşil yapraklı sebzeler, tam tahıllar, meyveler ve özellikle kurutulmuş meyveler gibi çeşitli bitkisel kaynaklar da demir açısından zengin gıdalardır. Demir bakımından zengin gıdalar arasında şunlar bulunmaktadır: Karaciğer, kırmızı et, tavuk ve balık gibi et ve sakatat türleriAntep fıstığı, fındık, fıstık, susam, kabak çekirdeği, kajuBitter çikolata gibi atıştırmalıklarŞeftali, armut, brokoli, portakal, greyfurt ve çilek gibi C vitamini içeren meyvelerSoya peyniri ve süt ürünleriİstiridye, midyeKuru meyvelerKuru baklagillerKekik, kimyon, köri gibi çeşitli baharatlarEt ile pişirilen baklagillerLahana, pancar ve patates gibi sebzelerYumurtaIspanak ya da pazıBu gıdaları düzenli bir şekilde tüketmek, vücudun demir ihtiyacını karşılamaya yardımcı olacak ve demir eksikliğini önleyecektir. Demir eksikliği gibi bir rahatsızlığınız var ise, bu gıdaları diyet listenize mutlaka almalısınız. Demir eksikliği için hangi bölümden randevu alınmalıdır?Demir eksikliği belirtileri gösterenler, İç Hastalıkları (Dahiliye) bölümünden randevu almalıdır. Dahiliye doktorları, demir eksikliğinin teşhisini koyar ve uygun tedaviyi belirlerler. Eğer demir eksikliği, beslenme alışkanlıklarından kaynaklanıyor ise, doktorlar genelde beslenme planlarında değişiklikler önerirler. Bu durumda, demir açısından zengin yiyeceklerin tüketimi teşvik edilir ya da demir takviyeleri reçete edilir. Demir eksikliği nasıl teşhis edilir?Demir eksikliği, yapılan kan tahlili ile teşhis edilir. Bu tahliller arasında şunlar yer alır: Tam kan sayımıRetikülosit sayısıFerritin testiHematokrit testiHemoglobin testiPeriferik kan yayması testiYukarıdaki testlerin sonucu ile demir eksikliği teşhisi konur.

Jinekomasti için hangi bölüme gidilir, randevu alınır?

Jinekomasti, erkeklerde oldukça sık görülen bir problemdir ve çeşitli nedenlerden kaynaklanabilir. Bu makalede, “jinekomasti durumunda hangi bölümden randevu alınmalıdır?” sorusuna cevap verecek, bu rahatsızlığı detaylandıracağız. Jinekomasti Nedir?Jinekomasti, erkeklerde yaygın olarak görülen bir durumdur ve hormonal değişiklikler ile ilişkilendirilse de genelde farklı nedenlerden kaynaklanır. Bu durum, meme dokusunun anormal şekilde büyümesini ifade eder ve bu durum estetik olarak endişe vericidir. Jinekomasti, ergenlik döneminde ya da yaşlılıkta hormonal değişiklikler ile ilişkilendirilirken, bazı durumlarda; ilaçlar, obezite, hormonal bozukluklar ya da altta yatan tıbbi durumlar da bu duruma katkıda bulunabilir. Jinekomasti Kimlerde Görülür?Jinekomasti, yaşamın farklı evrelerinde herhangi bir erkeği etkileyebilen bir durumdur. Bebeklik döneminde, anneden gelen östrojen hormonunun etkisi ile ortaya çıkan meme büyümesi ile başlayabilir. Ergenlik döneminde hormon değişiklikleri nedeni ile genç erkeklerde meme büyümesi sıkça görülür. Yetişkinlerde ise; yaşlanma, kilo artışı ya da belirli ilaçların kullanımı gibi faktörler jinekomastiye yol açabilir. Bu durumların yanı sıra, anabolik steroidler gibi performans artırıcı maddelerin kullanımı da jinekomasti riskini artırabilir. Jinekomastinin SemptomlarıJinekomasti belirgin semptomlar ile kendini göstermese de, bazı durumlarda çeşitli belirtiler ortaya çıkabilir. Jinekomasti belirtileri şunlardır: Göğüslerde hassasiyetMeme ucunun giysilere sürtünerek rahatsız etmesiGöğüs çevresinde ağrıMeme dokusunda şişlikJinekomasti Neden Olur?Jinekomasti, erkeklerde meme dokusunun anormal büyümesine yol açan bir dizi farklı faktörden kaynaklanabilir. Bu faktörler arasında; genetik yatkınlık, ergenlik döneminde hormonal değişiklikler, yaşlanma sürecindeki hormonal dengesizlikler, tiroid bezinin aşırı aktif olması (hipertiroidizm), obezite ya da aşırı kilo alımı, reçeteli ilaçların yan etkileri, uyuşturucu madde kullanımı (örneğin, esrar), aşırı alkol tüketimi ve anabolik steroidlerin kullanımı gibi faktörler bulunur. Bu nedenlerden herhangi biri ya da birkaçı, jinekomasti durumunun ortaya çıkmasına katkıda bulunabilir. Jinekomasti Sorunu İçin Hangi Bölüme Gidilmelidir?Jinekomasti sorununun tedavisi için en uygun bölüm Estetik Cerrahi’dir. Jinekomasti ameliyatı için doktor seçerken, konusunda uzmanlaşmış ve tecrübesi olan bir Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi uzmanı bulmaya özen gösterin. Jinekomasti Nasıl Geçer?Jinekomasti sorununuza yönelik çözüm ararken, ilk adım jinekomastiye neden olan faktörleri belirlemektir. Eğer jinekomasti, kullandığınız ilaçların yan etkisi ise, cerrahi tedaviye başvurmadan önce doktorunuz ile yeni bir ilaç seçeneğini değerlendirebilirsiniz. Ancak; jinekomasti genetik bir faktörden, hormon dengesizliğinden ya da başka nedenlerden kaynaklanıyor ise, memelerinizi küçültmek için jinekomasti ameliyatını düşünebilirsiniz. Jinekomasti Korsesi İşe Yarar Mı?Jinekomasti korsesi jinekomasti ameliyatından sonra kullanılan bir tür korsedir. Ameliyat sonrası doku şişmesini kontrol altına almak ve cildin geri çekilmesine yardımcı olmak için tasarlanmıştır. Kompresyon korsesi olarak da adlandırılan jinekomasti korsesi, ameliyattan sonraki ilk 4 hafta boyunca kullanılır. Ama; jinekomasti korsesi jinekomasti sorununu düzeltmek için tek başına yeterli değildir. Korsenin amacı, ameliyat sonrası iyileşme sürecini desteklemek ve istenilen sonuca ulaşmayı kolaylaştırmaktır. Jinekomasti Operasyonu Sonrası Dikkat EdileceklerJinekomasti ameliyatı sonrasında dikkat edilmesi gereken en önemli adımlardan biri, doktorun tavsiye ettiği şekilde korse kullanımıdır. Ameliyatın ardından ilk dört hafta içinde korse kullanımı büyük önem taşır; çünkü korse, bu süreçte göğüs dokusunun doğru pozisyonda iyileşmesine yardımcı olur. Ameliyat sonrası ilk 1 ya da 2 gün dinlenme önerilir ve ağır aktivitelerden kaçınılmalıdır. İlk iki hafta boyunca yorucu egzersizlerden kaçınılmalı ve sadece hafif aktiviteler yapılmalıdır. Kardiyo ve alt vücut egzersizlerine ilk iki haftanın sonunda başlanabilir. Ancak; göğüs egzersizleri, ameliyattan dört hafta sonra yapılabilir. Bazı durumlarda, doktorun önerisi ile meme dokusuna masaj yapılır.

Pirinç unu maskesi yapılışı ve faydaları

Cilt maskesi hazırlarken kullanacağınız doğal ürünler listesine bu yazımızı okuduktan sonra, pirinç ununu da ekleyebilirsiniz. Çünkü pirinç unu kullanarak uygulayacağınız cilt maskeleri ile cildinize yenilik katacaksınız. Pirinç unu maskesi sivilce düşmanı olarak da çalışır ve ciltte pürüzsüz görüntüyü yakalamak için birçok kişinin uyguladığı bir yöntemdir. 1) Yağlı Ciltlere Özel Pirinç Unu MaskesiMalzemeler: 4 çay kaşığı pirinç unu2 kaşık suUygulama: Pirinç unu maskesi nasıl yapılır sorunuza ilk uygulamalı yanıtımızı verelim.Pirinç unu maskesi denince sütlü tarifler karşınıza çıkmış olabilir ama bu tarifte olduğu gibi pirinç unu maskesi sütsüz de uygulanabilir.Pirinç unu ile suyu karıştırın ve krem kıvamını elde edin.Pirinç unu maskesi kullananlar genelde yağlı cilde sahip olan kişilerdir.Hazırlanan karışımı yağlı olmasından şikayetçi olduğunuz cildinize sürün.Yaklaşık 10 dakika sonra maske kurumaya başlayacaktır.Kuruyan maskesi ılık su ile temizleyin ve cildinize uygun nemlendirici sürün.Yağlı ciltler için önerilen bu maskede ilave hiçbir malzeme yoktur.Sadece pirinç unu ile cildinizi yağdan arındırabilirsiniz.Her hafa 1 defa olacak şekilde uygulamanız yeterlidir.Suyla yapılan pirinç unu maskesi Şems Aslan tarafından da önerilen bir tariftir ve özellikle cilt tonunu açmak için önerilmektedir.Tüm maskeler için bir uyarımız var: Pirinç unu maskesi yan etkileri ve zararlarından uzak kalmak için maske içindeki malzemeye alerjiniz varsa lütfen maskeleri denemeyiniz.2) Lekeleri Gideren Pirinç Unu MaskesiMalzemeler: 1 tatlı kaşığı pirinç unu1 fincan süt4 damla limon suyu1 çay kaşığı süt tozuUygulama: Öncelikle tüm malzemeleri karıştırın ve iki ayrı kaba alın.Şimdi makyajdan arınmış cildinize ilk maske uygulamasını yapın.15 dakika kadar cildinizde bekleyen bu maskeyi ılık su ile yıkayın.Şimdi yeniden bu karışımı cildinize sürün fakat bu defa peeling olarak uygulayın.Çok bekletmeden maskeyi yıkayarak temizleyin.Her hafta 2 defa denenmesi önerilmektedir.Leke izlerini giderme ve cilt rengini açma özelliğine sahip olan bu maskeyi güneş lekesi için de kullanabilirsiniz.3) Kuru Ciltlere Nemlendirici Etkili Pirinç Unu ve Süt MaskesiMalzemeler: 2 yemek kaşığı süt1 yemek kaşığı pirinç unuUygulama: Süt ve pirinç ununu karıştırıp cildinize krem olarak sürün.Bir müddet beklemeniz gerekecek.Siz maske ile beklerken, pirinç unu ve süt kuru cildinize nem kazandırıyor olacak.Ortalama 10 dakika kadar bekledikten sonra, cildinizi ılık su ile temizleyebilirsiniz.Haftada 2 defa pirinç unu maskesi tarifi ile önerilen bu maskeyi uygularsanız; cildinizin nem ihtiyacını karşılamış olursunuz.Sütün yapısında bulunan vitaminler ile nemlendirme etkisini görebilirsiniz.Pirinç unu maskesi Ayşe Tolga tarafından da farklı tariflerle önerilmektedir. Cilt Bakım Uzmanı Ayşe Tolga sütlü tarifin özellikle UV koruma etkisine ve cilt tonunu açmak için faydalı olduğuna değinmektedir.4) Cildi Beyazlatan Domates ve Pirinç Unu MaskesiMalzemeler: 1 kaşık domates püresi1 kaşık pirinç unu1 kaşık sütUygulama: Tüm malzemelerden kıvamlı bir krem elde edin ve bu kremi cildinize sürerek uygulamaya başlayın.Maske cildinizde iken 10 dakika kadar bekleyin.Daha sonra cildinizi su ile temizleyin.Etkisini görmek için düzenli aralıklarla denemeniz önerilmektedir.5) Pürüzsüz ve Genç Görünüm İçin Pirinç Unu MaskesiMalzemeler: 1 kaşık yulaf1 kaşık portakal kabuğu rendesi1 kaşık yoğurt1 kaşık bal1 kaşık pirinç unuUygulama: Tüm malzemeleri ufak bir kase içinde karıştırın ve bir lapa kıvamını elde edin.Hazırladığınız doğal maskeyi cildinize sürün ve yaklaşık 10 dakika kadar bekleyin.Bu maske Suna Dumankaya tarafından önerilen etkili bir maskedir.Ciltteki pürüzleri yok etmek için, düzenli olarak her hafta denemenizi tavsiye etmektedir.Pirinç Unu Maskesi Faydaları Nelerdir?Pirinç unu maskesi faydaları ile kişiye en doğal yöntemler ile cilt bakımı uygular.Pirinç unu maskesi gözenekleri sıkılaştırır ve cildin sivilceye karşı korunmasını sağlar.Pirinç unu maskesi güneş lekesi gibi cilt lekelerinin tonunu açar.Pirinç unu maskesi yağlı ciltleri temizler.Pirinç unu maskesi cilde faydaları arasında güneş ışınlarına karşı koruyucu bir kalkan oluşturması da vardır.Cilde pirinç unu maskesi pudra olarak da uygulanabilir, bunun için 2 ölçü pirinç nişastasına 1 ölçü mısır nişastası ekleyebilirsiniz.Pirinç unu, çikolata tozu, şeker ve bal karışımı peeling için de kullanılabilen bir karışımdır.Pirinç unu maskesi Aras Barlas tarafından burundaki siyah noktalar için de önerilen bir maskedir, elbette uzman önerisiyle uygulama yapılmasını tavsiye ederiz. Bu reçetede şampuan, diş macunu ve pirinç unu bulunmaktadır.Pirinç Unu Maskesi Göz Altına Sürülür Mü?Pirinç unu maskesini göz altına sürmek isterseniz hassas dokunuşlarla uygulamanız önerilir.Gözün içine kaçan maske, gözü tahriş edebilir.Uygularken dikkatli olmakta fayda vardır.

Türkiye'de yılda 200 bin kişi kalp krizinden ölüyor! Onu tüketenler riski azaltıyor

Bayındır Söğütözü Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Mutlu Güngör, kalp sağlığı için egzersiz yapmanın, kan basıncı kontrolünü sağlayarak şeker ve kolesterol düzeylerini düşürdüğünü belirtti. KALP KRİZİNİN NEDENLERİTürkiye'de her yıl yaklaşık 200 bin kişinin ölümüne sebep olan kalp krizinin nedenleri şunlar: düzensiz beslenme alışkanlıklarıyükselen obezite oranlarısigara kullanımıçevresel stres faktörleri hava kirliliği Güngör, düzenli doktor kontrollerinin, kronik hastalıkların erken teşhisinin ve sağlıklı yaşam biçiminin kalp hastalıklarından korunmada büyük önem taşıdığını belirtti. SİGARA KALP KRİZİ RİSKİNİ ARTIRIYORDamar sağlığı üzerinde sigaranın olumsuz etkilerine işaret eden Güngör, "Sigara, endotel olarak bilinen damarın iç yüzeyine hasar veriyor ve kanın akışkanlığını azaltarak kanda pıhtılaşmayı artırıyor. Bozulmuş bir endotelde, pıhtılaşmanın da artması ile beraber damarın tıkanma riski çok daha fazla oluyor. Sigara ayrıca hem tansiyonu yükseltiyor hem de damarlarda büzülmeye sebep olarak yine endotel hasarına neden oluyor. Sigara kullanan hastalardaki damar sertliği çok daha yaygın oluyor." dedi. YÜKSEK TANSİYON KALP KRİZİ RİSKİNİ ARTIRIYORGüngör, yüksek tansiyonun damar sağlığı üzerindeki negatif etkilerine değinerek, "Tansiyon ne kadar yüksekse damar iç yüzeyine olan travma da o kadar fazla oluyor. Bu nedenle kan basıncı yani tansiyonun mutlaka normal sınırlarda tutulması gerekiyor. Hipertansiyon, 130/80 mmhg üzeri değerleri ifade ediyor. Burada unutulmaması gereken konu, hem büyük hem de küçük tansiyonun normal sınırlarda olması." dedi. Tansiyon kontrolünde yapılacaklar: hayat tarzı değişikliklerituzsuz diyetdüzenli egzersizkilo kontrolüERKEN TEŞHİS VE DÜZENLİ DOKTOR KONTROLÜ KALP KRİZİ RİSKİNİ MİNİMİZE EDİYORGüngör, diyabet ve yüksek kolesterolün kalp damar tıkanıklıklarına yol açan başlıca sebepler arasında olduğunu belirtti. Güngör, erken teşhisin kalp hastalıklarıyla mücadelede kritik bir rol oynadığını ve potansiyel riskleri minimuma indirebileceğini bu yüzden düzenli hekim kontrolünün önemli olduğuna dikkat çekti. Doç. Dr. Güngör, "Kalp krizi geçiren hastaların büyük bir bölümü kriz öncesi önemli bir şikayet tanımlamıyor. Ayrıca kronik hastalıklar da uç organ hasarı gelişmeden önce klinik bulgu vermeyebiliyor. Dolayısıyla özellikle risk grubunda olan kişilerin yıllık kontrollerini mutlaka yaptırması gerekiyor." dedi. Kalp krizi riski altında olup düzenli kontrole gitmesi gerekenler: postmenopozal kadınlar40 yaş üstü erkeklersigara kullananlardiyabet hastalarıFAZLA KİLO KALP KRİZİ RİSKİNİ ARTIRIYORGüngör, kalp hastalıklarıyla mücadelede kilo kontrolü ve sağlıklı beslenmenin önemine de işaret ederek, "Fazla kilo, yine kalp damar hastalıklarının önemli risk faktörlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Fazla kiloyla mücadelenin temeli düzenli egzersiz ve dengeli beslenmedir. Kalp hastalıklarından korunmak için düzenli yürüyüş yapmayı, az yemeyi alışkanlık haline getirmek gerekiyor." dedi. Beslenme alışkanlıkları konusunda diyetisyen danışmanlığının önemini vurgulayan Güngör, lif, omega 3 açısından zengin ve düşük karbonhidratlı gıdaların tercih edilmesi gerektiğini ifade etti. Ayrıca, fast food tüketiminin artmasının obezite, hipertansiyon, yüksek kolesterol ve diyabet risklerini artırdığını belirtti. ZEYTİNYAĞI RİSKİ AZALTIYORGüngör, Akdeniz diyeti ve zeytin yağının kalp sağlığının korunmasındaki önemine dikkati çekerek, "Zeytinyağı antioksidan etkisi sayesinde damar sertliğini azaltırken, doymamış yağ olduğu için kolesterolü düşürücü etkisi bulunuyor. Alkol de içerdiği şeker dolayısıyla obezite ve şeker hastalığına sebep olabiliyor. Alkol aynı zamanda vücudun sıvı yükünü artırarak kalp yetmezliğinin kötüleşmesine ve çarpıntılara yol açabiliyor. Egzersiz yapmak, kan basıncı kontrolü sağlayarak şeker ve kolesterol düzeylerini düşürüyor. Egzersiz mümkünse her gün yapılmalı. Kas gücüne dayalı sporlardan ziyade tempolu yürüyüş, yavaş tempo koşu, bisiklet veya yüzme gibi aerobik egzersizlerin tercih edilmesi gerekiyor. Yapılan egzersizlerde nabzın yükselmesi, hafif terleme sağlanmalı, alışveriş gezisi şeklinde olmaması önem taşıyor. Yürüyüş sırasında birlikte yürüdüğümüz kişiyle rahat konuşabilmemiz, tempomuzun yetersiz olduğu anlamına geliyor." dedi.

❌